25 Temmuz 2011 Pazartesi

Fight Club


imdb

"Fight Club" filmi Chuck Palahniuk'un aynı isimli kitabından sinemaya çevrilmiş. Yazarın "ölüm pornosu" ve "gösteri peygamberi" adlı kitaplarını tavsiye edebilirim. Ben belki de ilk olarak filmini izlediğimden filmi kitabından daha güzel gelmişti. Filmimizi David Fincher yönetiyor başrollerde ise Brad Pitt, Edward Norton ve Helena Bonham Carter var. Aslında bu filmi paylaşmak istemiyordum çünkü iyice boku çıkartılan bi sevgi seli ve fan kitlesi vardı, illaki eleştirilerimizi başka yerlerden duymuş, okumuş ya da kendiniz de keşfetmiş olabilirsiniz. Bizimkisi de işte hem bloğa renk katması hem de bikaç dostumuzun yoğun ricasını kırmamak adına ayrıca bu film en sevdiğim filmlerin tepesindeki üçlüden biri neyse.


Film iddialı bi müzikle başlar. Hemen ardından narrator ve Tyler Durden'i herhangi bir binanın herhangi bir katında görürüz. Narrator bize Project meyham'dan falan bahseder belli ki adamlar bina mina patlatacak. Ardından ilk ipucu gelir: “bunu biliyorum çünkü tyler bunu biliyor” sonra narrator bize olayın başını anlatmaya başlar ki yaşayacağı bu süreçte hepimize dokunacak laflar işitip söyleyecektir.


Birden kendimizi testis kanseri olan erkeklerin destek grubunda buluruz. Biliyorsun amerika'da birbirini tanımayan insanlar, çoğunlukla loser'lar, seans merkezlerinde dertleşip salya sümük ağlaşmaktadırlar. Burada narrator ve kocaman memeleri olan Bob dertleşirken görünür. Bob ilerde dövüş kulübü için önemli bir karakter olacaktır. Bob içinde bulunduğu duruma tecennün etmekte başta ailesi olmak üzere artık kimse onu tınlamamaktadır. Memesi büyük olmayanlar ve testisleri sağlam olanlar için artık o bir kadüktür.


Derken narrator bizi daha da geçmişe götürür, uyuyamadığı zamanlara gideriz. Evet narrator, insomnia'dır. Ne güzel az uyuyor bol bol vakti var der gibisiniz ama 24 saat mal gibi dolaşmaktır bu imsomnia hastaları. Filmin çok önemli vurgularından olan tüketici toplumundaki markalara ilk gönderme starbucks ile gelir. Starbucks kutusu ve mason mitlerinden fırlayıp gelmiş olan uzun saçlı kadın resmi ekranda tebarüz eder. Fotokopi odasını gördüğümüz sahnede de lüzumsuz ofis çalışanları göze batar. Bir önceki sahnede yer alan starbucks reklamı işe yaramışçasına en az dört kişinin elinde kahve gözükür. Bu sahnede filmin bir diğer önemli vurgusu olan 25. kare uygulaması ile karşılaşırız. Gömülü resim ve filmde gözüken hali şu şekildedir.



25. kare ne ki der gibisiniz. Filmde de bahsediliyor da, bu sık kullanılan bir bilinçaltı tekniğidir ve bu sayede istenilen resim görüntüye monte edilerek izleyici yönlendirilmeye çalışılır. Tüm ofis çalışanları ülkemizde de olduğu gibi .... fındık kırarlarken, bize arkası dönük vaziyette ofisin ayak işlerini yapan işçiyi fark ederiz. İleride kendisini fight club mefkuresinin büyük bir meclubu olarak göreceğiz.


Starbuckslı masasında canı sıkkın stajyer edasında oturan narratorun yanına bi sahnede müdür gelir. Adamın kıravat giyişi bile bir düzen içindedir. Kendisi diğer ofis çalışanları gibi monotonluğun meftun bir savunucusudur. Bilmiyorum bu ofis kültürüne ne kadar vakıfsınız ama herhangi bir devlet dairesine giderseniz bulunduğunuz katın onlarca bölmeye ayrıldığını görürsünüz. Bu bölmelerde üçerli ya da dörderli olacak şekilde oturma planları vardır. Erkekleri kıravatlarıyla beraber takım elbise giyerken bayanları da son moda rüküş kıyafetleri içerisinde iğrenç parfümleriyle görürsünüz. Herkesin önünde bir bilgisayar arkalarındaki dolaplarda bolcana mavi klasörler, takır tukur klavye gürültüsü, hafif bir dedikodu uğultusu, bayan çalışanların yarım kilo meyve içeren buzdolabı poşetleri, idari müdürün bi acayip sekreteri ve abazalığını çeşitli internet sitelerinde dizginleyen erkek yığını, işte ofis buna benzer bişeydir.


Derken narrator evinde afedersin sıçarken filmdeki önemli vurgu tekrarlanır: “markaların ve gösterişin kölesi olan biz insanların acınası halleri”. Narratorumuz plazadaki evini dergiden, internetten, sağdan soldan gördüğü eşyalarla donatmıştır. Hani bunu başka bi filmde görseniz aldığı eşyalara ve evine sahip olmak isteyebilirsiniz. Burada çok önemli bi cümle kurar: “ne tür bir yemek takımı beni birey olarak tanımlar”. Evet, bence de çok güzel bi cümle, şu anki hali pür melalimizin belki de asıl sorumlusu bu cümleyi defalarca kullanmamızdır. En garibanımız bile artık tüketim manyağı olmuş kredi kartlarının borcunu ödüyor neyse


"Eskiden porno koleksiyonu okurduk şimdilerde Harchow koleksiyonu" der narrator, bu harchow da üst sınıfa hitap eden bir mobilya ve iç dekorasyon firması. Tüm bu tüketim çılgınlığının ardından narrator son derece aciz ve bitkin haliyle doktordan ağrı kesici ister. Çünkü uykusuzluğun verdiği acılarla cebelleşmektedir. Doktor buna reçete veremez. Halbuki ülkemizde herhangi bi ilacı üstüne alabilmek dünyanın en kolay işidir. Narrator doktora acı içindeyim gardaş der. Doktor da bunu azarlar, acı görmek istiyosan siktir git prostat kanserlerini gör olum der. Bu sahnede ikinci gömülü resmi görürüz. Gömülü resim ve filmde gözüken hali şu şekildedir:



Narrator radikal bir karar alarak kendi hayatı için milad olacak rehabilitasyon merkezi ziyaretlerine başlar. İlk başta çok garipser ama sonra müptelası olacaktır. İlk gittiği seansta grup lideri konuşurken üçüncü gömülü resmi görürüz, bu üçüncü olanı biraz zor yakalanacak cinstendir. Gömülü resim ve filmde gözüken hali şu şekildedir:



Narrator ilk olarak Bob ile tanışır. Bob dedik ya loser bir arkadaşımızdır. Ağlama sırası narratore geldiğinde artık herşey narrator için değişmiştir. Kendince özgürlüğünü bulmuştur. Ne diyordu: “bütün umudunu kaybetmek özgürlüktü” çok doğru değil mi? Bu dayanışma gruplarındaki ağlayabilmesi narratora yaramıştı, artık çılgınca uyuyabiliyordu. Bu uyuması sadece ağladığı için miydi derseniz hayır. Bu uyuması aslında istemediği yaşamından sıyrılarak yaptığı ilk eylemin bir ödülüydü. Artık affetmiyor haftanın her günü loser'larla buluşuyor çılgınca ağlıyordu. Sıradan bir seans sırasında Marla Singer isimli bir kadınla tanışır. Bu Marla sahtekarın tekidir, beleş yemek ve kahve için bu seanslardan nemalanır hatta testis kanseri toplantılarına bile gider. Kadının varlığı narratoru rahatsız eder, bu belli ki kesif duyguların bir dışavurumu. Onun yüzünden insomnialı günlerine tekrar döner. Pis, izbe ve tehlike kokan bir sokakta yürürken, marla'nın hemen yanında dördüncü gömülü olan resim belirir. Gömülü resim ve filmde gözüken hali şu şekildedir:



Şimdi bu gömülü resimlere de değinmek lazım. Belli ki burada yönetmen biraz da dalga geçerek ve Tyler Durden'in bi mesleğine gönderme yaparak resim koymuş. Gömülü resimlerde tyler'ı çok rahat, siklemez ve bizle dalga geçer gibi buluruz. İşin güzel yanı yönetmenin yaptığı bilinçaltı uygulamaları işe yaramışçasına ilerleyen sahnelerde tyler, hem bizim hem de narrator için rahat tavırları olan bir sapiens pozisyonundadır. Başka da tyler'ın gömülü resmini görmeyiz ki zaten bu şahıs birazdan tecessüm edecektir.


Neyse bu marla ile narrator sonunda tanışırlar. Marla, karın tokluğuna çalışan hayattan hiçbir beklentisi kalmamış tam bir loserdir. Cornelius, rupert, trevis ise narratorun seanslarda taktığı takma isimler, bir yerlere gönderme mi var bilemiyorum ama hepsinin de müzisyen ismi olduğu bi gerçek. Belki de sadece tesadüfen oldu bu iş neyse. Narrator'u sağa sola iş ziyaretleri yaparken görürüz. Burada narrator, monoton hayatındaki bu monoton gezilerde başından geçen monoton olayları anlatmaktadır. Otel odasında içinden konuşmasına devam ederken otelin tanıtım videosunu ve çalışanların "welcome" diye seslenişlerini görürüz. Bu "welcome" diyenlerin en sağda olanı tyler'ın ta kendisidir. Narrator otelde yemek yediyse vay haline.
 

Derken bi uçak gezisinde narrator, tyler ile tanışır. Tyler karakterinin bi özelliği hiç susmaz, devamlı bişeyleri eleştirir, diğer insanları aşağılayıcı ifadeler kullanır. Uçaktaki güvenlik prosedürünü eleştirisi ise hem narratoru hem de bizi mal eden detaylar içermektedir. Bu ikisinin afaki sohbetleri son bulduğunda tyler, narrator'da çok farklı bir intiba bırakmıştır. İş gezisinden evine dönen narrator, plazadaki o çok özene bezene dayayıp döşediği evinin patladığını görür. İlk önce marla'yı arar ama konuşamaz sonra nedendir bilinmez tyler'ı arar ve onunla ucuz bir barda buluşurlar ve dertleşmeye başlarlar. Tüm bu hengamede narrator hala saygınlaşan gardırobundan ve mobilyalarından bahseder ama tyler onun fikir dünyasında dinamitler patlatmaya kararlıdır. Tyler'ın kurduğu şu cümleler maalesef çok doğrudur: “Tüketiciyiz. Doğru, biz tüketiciyiz. Yaşam stili takıntısının yan ürünleriyiz. Cinayet, suç, yoksulluk; bunlar beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren ünlü dergileri, 500 kanallı televizyonlar, külotumda bir adamın adının yazılması. Rogaine, viagra, olestra. Öyleyse siktir et şu kanepeyi ve yeşil çizgili kumaş desenlerini. (bunlar söylenirken narrator'un aydınlanmaya başlaması çok güzel yansıtılmış) Ben diyorum ki asla tam olma. Ben diyorum ki mükemmel olmaktan vazgeç. Ben diyorum ki gelişelim. Sahip olduğun şeyler sonunda sana sahip olur.” Bu manidar cümlelere söyleyebilecek hiçbir şey yoktur sanki şu anda bile hepimize laf sokmaktadır. Bakıyorsun it gibi tüketim yapıp alış-veriş merkezlerinde ömür çürütüyoruz sonra da en sevdiğimiz film fight club oluyor, hayat ne garip değil mi kızlar?


Neyse filmin en orijinal sahnelerinden biri geliyor. Bar çıkışında pek rahat bi hayat felsefesi olan tyler'ın ricası üzerine bu ikisi tekme tokat dövüşürler. Yalnız yok böyle bir rahatlama. Bu arada tyler'ın makinistlik (aile filmlerine pornografik görüntüler ekliyor) ve lüks bir otelde garsonluk (yemeklere afedersin...) yaptığını öğreniyoruz. Kavganın ardından tyler'ın izbeliğine giderler. Artık kendi aralarındaki kavgaları ritüel haline gelmiştir. Fanları da yavaştan artmaya başlar. Artık narrator işyerinde ve normal hayatında tamamen tebeddül etmeye başlamıştır. Hiç kimseyi siklemez tavırları, morarmış yara bere içindeki suratı ve kan revan içindeki pis elbisesi. Türünün ilk ve son örneği olan bir ofis çalışanıdır. Artık bu ikisi bildiğin kan kardeş olmuşlardır. Her cumartesi akşamı ise dövüşürler.
 

İşyerindeki bi sahnede ise hiç bi sikim anlamadığımız bi sunum gerçekleşir. Böyle loş bi odada projeksiyon aleti ve uzun anlamsız cümleli sıkıcı slaytlar hep uykumu getirmiştir. Sunumu yapan adama narrator'un kanlı dişleriyle "bitch" demesi en güzel sahnelerdendi. Gerçek hayatta bu başımıza gelse sunumu yapan adama önce tatlı bir tebessüm eder akabinde de içimizden küfürü basardık. 


Artık bu dövüş olayını büyütmenin vakti gelmiştir. O ilk barın bodrumunda fight club adlı oluşumu kurarlar. Arka fonda ise Tom Waits'in "going out west" çalmaktadır. Bu sahneye daha çok yakışan bir müzik olamaz bence. Yalnız benim sinirimi bozan ise özellikle ülkemizdeki fanların dövüş kulübünün kurallarını bol bol dillendirmeleri, oraya buraya yazmaları ve sanki kendileri filmi çekmişçesine bir küstahlıkla herkese filmden bahsetmeleri. Gerçekte ise bu kişilerin çoğu filmin ilk saatinden bi bok anlamayıp sıkılırlar ama kimseye de söyleyemezler çünkü bu filme herkes sağlam film demiştir. İşte bu beni delirtiyor.



Narrator bir gün uyanır ve evlerinde marla vardır, bir önceki gece tyler ile marla çılgınca sevişmişlerdir. Bu sevişmeyi spor olarak görüp habire sevişirler, neyse tyler, narrator'a ve hepimize nasıl sabun ve bomba yapılacağını felan öğretir. Evet tyler yararlı bilgilerle doludur. Burada tyler, narrator'a ileride kulübün simgesi olacak bi işaret, hatıra yara bırakır yaparken de hayatın anlamını sorgulatır. Tyler, zengin kadınlara kendi yağlı kıçlarını sabun yaparak geri satıyordu, asıl geçim kaynağı bu iş idi. Tyler çok acayip bir adamdır.


Tyler'ın bir sonraki kulüp toplantısında söyledikleri yine hayatımızı sorgulatan cinstendir: “Bütün bir nesil; benzin pompalayan, masa bekleyen, beyaz yakalı esirler. Reklamlar, bizi araba ve giysi peşinde koşturuyor. İhtiyacımız olmayan şeyleri almak için nefret ettiğimiz işlerde çalıştırıyor. Biz tarihin orta sınıf çocuklarıyız dostlarım. Amaç yok, mekan yok. Büyük bir savaşımız yok. Bizim büyük savaşımız, ruhani bir savaş. Bizim büyük bunalımımız hayatlarımız. Hepimiz televizyonlarda bir gün milyoner olacağımıza, film ilahları ve rock yıldızları olacağımıza inanarak büyütüldük. Fakat olamayacağız. Bu gerçeği yavaş yavaş öğreniyoruz.”


Tyler artık ev ödevleri vermektedir. Ödevlere göre herkes şehrin düzenini bozacak işler yapmalıdır. Bu ufak kaos görüntülerinin birinde elinde hortum önüne geleni ıslatan adam "the mechanic" rolünü oynayan Holt McCallany'dir ki ben kendisini çok severim, gel gör ki adamı iddialı bir projede başrol oynarken hiç göremedik. Bu mechanic'ten kitapta daha fazla bahsedilir. Bir diğer orijinal sahneye geldiğimizde ise narrator tüm gücünü kulübe ayırmak ve maişet derdinden kurtulmak için erken emekliliğini ister, müdür de bunu kovar derken bu kendini dövmeye başlar. Kendini feci şekilde döverken şöyle der: “Nedense tyler ile ilk kavgam aklıma geldi” bu sözü de bir başka ipucudur neyse bu istediklerini alarak erken emekliye ayrılır.


Zamanla kulübün üye sayısı artar ve eğitim sürecini başlatırlar. Eğitim sürecinde çok sert davranmalarına rağmen adamlar tebelleş olmuşlardır. Bir gün Bob'u da eğitim kuyruğunda görürüz. İlk siktiri yediğinde gitmeye teşebbüs etmesi ise çok komiktir. Bu Bob adamın hasıdır. Artık iş çığrından çıkmaya başlamıştır. Narrator yapılanları anlamamaya başlar ona göre ortada artık tecanüs mecanüs kalmamıştır. Project mayhem'i ilk kez duyan narrator bunun büyük çaplı bir kaos yaratma planı olduğunu anlar. Bi ara bunlar polis şefini de tehdit ederler. Tehditin yapıldığı otelin çıkışında Bob'u düşen pantolonunu düzeltirken görürüz. Bu sahneyi galiba bilerek sırf komikliğine bırakmışlar. Gözden de kaçmış olabilir ama inanılmaz komik bir sahne ortaya çıkmış.


Narrator sırf güzel bi şeyi parçalama dürtüsünden mütevellit sarışın oğlanı (jared leto, kendisi çok başarılı bulduğum oyunculardandır) çok pis döver. Döverken de “neslini devam ettirmek için sevişmeyen her pandanın kaşlarının arasına bir mermi sıkmak istedim. Petrol tankerlerinin bütün vanalarını açıp o hiç görmeyeceğim fransız kumsallarını mahvetmek istedim” der. Arabalı sahne ise yine orijinal bi sahnedir. Kitapta arabayı galiba "the mechanic" sürüyordu ama filmde arkada oturuyor. Arabayı filmde tyler sürmekte, neyse bunlar intihar girişiminin ardından ufak yaralarla kurtulurlar. Narrator'u kurtarırlarken onu direksiyon olan taraftan çıkartırlar ki bu da bir diğer ipucudur.


Bi gün Bob vurulur, onu gömmeye kalkarlar burada o çok meşhur “his name is Robert paulsen” repliği geçmektedir, artık kulüp üyeleri nirvanaya ulaşmıştır. Narrator ise biz böyle ne bok yedik la der gibi aralarından ayrılır. Şimdi bazı kişiler bob'un öldürüldüğü sahnelerde gizli mesajlar olduğunu iddia ediyor. İddia edilen mesaj da şu: "Bob, the sphere'yi yani ikiz kulelerin önündeki küreyi patlatıyor, bu patlayan küre barışı sembolize etmektedir, hatta bu kürenin kıbleye yöneldiği de iddia ediliyor, patlatıldıktan sonra boşta kalan küre gidiyor bi kafeyi patlatıyor, bu kafenin tabanı damalı şekiller olduğundan masonluğu sembolize ediyor ve iyilik masonluğu yıkmaya çalışmış oluyor" ya hassiktirin 



Neyse kısa bir süre sonra narrator'un tyler durden olduğu ayyuka çıkar. Artık kulüplerin sayıları ve görevleri artmıştır. Narrator kendi durumunun farkına varınca yıkım projesini durdurmaya çalışır ama iş işten geçmiştir. Yıkım projesinde ana hedefler banka ve finans binalarıdır, binalar yıkılınca tyler'a göre borçlar sıfırlanacak, toplum düzeni yeniden şekillenecekti. İlerleyen sahnelerde Narrator'u kendi kendini döverken görürüz, hala şizofrenliğinden kurtulamamıştır. Ama burada çok hoş bi teknik hata vardır. Kamera görüntülerinden narrator'u izlerken kameranın kendisini de görmek gibi.


Başka teknik hatalar yok mu vardır ama benim sevdiğim teknik hatalar sanki bilerek bırakılmış olanlardır, bunları da en iyi tarantino yapar ki ileride kendisinin filmlerine de değineceğiz. Diğer hoş hatalara narrator'un donuyla beraber kablolarının da gözükmesi verilebilir.


Bir de narrator ile sevgilisinin bi sahnesi vardı, bunlar konuşurlarken brad pitt'in filmi "seven years in tibet"in reklamını görürüz;


Neyse uzatmayalım; narrator, tyler'ı öldürür ve gerçek kimliğine kavuşur. Binalar patlar, bunlar marla ile el ele tutuşurlarken yine iddialı bi müzik eşliğinde son gömülü resim gözükür ki onu da sen bul. Film zevki tartışılmaz ama bence bu filmi film listelerinizde en tepeye koymalısınız en azından benim için öyle




Fight Club film eleştirisi

2 yorum:

  1. Neyse yine bu konularla biraz ilgili olan her insanın söyleyebileceği gibi "adamsın, güzel yazı!" diyeceğim, daha çok ilgiyi hakediyorsun, Dünya'ya senin gibi insanlar lazım. Keşke senin gibi arkadaşım olsa amk. Neyse hadi ben Matrix yazını da okuyacağım şimdi, bloğunuda sık kullanılanlara eklerim bakarım arada bir. Yine söylüyorum, adamsın. Buralarda mısın, bunu okur musun bilmiyorum ama, harbiden adamsın. Ama fazla gaza gelme hadi, daha fazla yazardım ama başını şişirmek istemiyorum hadi bbeybeyeb .s.s zaa xd - Konfüçyus

    YanıtlaSil