19 Temmuz 2011 Salı

Dünyayı Kurtaran Adam



Türk sineması tarihindeki istisnai yeri tartışılmayacak filmlerimizden olan "dünyayı kurtaran adam"da gezegeni sihirbazın elinden kurtarmakla görevli yiğitlerimizden cücü film boyunca süre giden çapkınlık temalı esprilerinden birini daha yapınca aytekin akkaya patlar: “biraz ciddi olamaz mısın sen?” Cücümüz misyonundan ve çapkınlığın evrendeki kıymetinden emin bir ses tonuyla sorar: “dünyamızı yok etme raddesine getiren atom savaşı neden çıktı biliyor musun? İnsanlar çok ciddiydiler. Fazlası can sıkar, biraz gülmesini bilselerdi, savaş yerine barışı seçerlerdi”. "Joker/Heath Ledger" aynısını söylemedi mi? Hepiniz profillerinize koymadınız mı?


"Dünyayı kurtaran adam" 1982 yılında gösterime girdiğinde hiç de yer yerinden oynanamamıştı. Yıllar sonra kendisiyle yapılan bir söyleşide cücü, "dünyayı kurtardık ama yapımcıyı batırdık" diyecekti. Boğaziçi üniversitesi sinema kulübünün, filmi yayınladığı her gösterimde, konferans salonları dolup taşıyor. Kahramanlarımız "merkeze duyuru", "alçalıyorum", "ben de alçalıyorum Murat" dediğinde salondakiler de hep beraber kafalarını eğip adeta ritüel yapıyorlar. Filmin afişleri bir lise öğrencisi haftalığına satılıyor ve maalesef insanlarımız sırf hava atmak için bu kült filmle dalga geçiyor.


Yemin ediyorum yabancı bi film olsa bu filme en fazla ülkemizden hayran çıkardı. Acaba bu yönetmen ne düşünmüş ne kadar zekice davranmış diye, gel gör ki bu dediklerimin aynısını tarantino demiş; "acaba filmi çekerken yönetmen ne düşündü" diye. Aç izle matrix'in farkında olmadan kullandığı bariz 2-3 sahne var. Ama dalga geçilecek yerler yok mu? Var, geminin içinde alçalmalar, özgün olmayan soundtrack, absürd uzay yorumları, savaş öncesi ısınma hareketleri, acayip yaratıklar, sihirbazın çelişkili cümleleri falan filan, ama bilim kurgu filmi izliyosun amınim, adam götünden ateş de çıkartır sanane. Her bilim kurgu filmi sana mantıklı geldi de bunu mu anlamadın gerizekalı embesil.


Dünyayı kurtaran adam'daki "ben de alçalıyorum murat" sahnesi bir dublaj stüdyosunda çekilmiş, arkaya "star wars"dan görüntüler montajlanmıştı. Film için Kilyos'ta hazırlanan uzay gemisi maketleri o gece kopan fırtınada yerle bir olunca, Kapadokya'nın doğal dekoruna taşınılmış. Star wars dışında bir sürü korku filmi ve belgeselden parçalarla gayri ihtiyari avangard bir kolaja gitmek şart olmuş. Maliyetler artmasın diye aynı adam defalarca döğüşmüş, süfli ışık oyunlarıyla mağaralarda gerginlik yaratılmaya çalışılmış. Ortaya çıkan yapıtın kült olabilmesi için sayemizde Türkiye tarihinin en hızlı on yılının geçmesi gerekecekti. Aynı esnada başka bir karede film, "türkish star wars" olarak internette üzerine Fince bile bilgi bulacağınız evrensel bir müptelalık mertebesine erişti. Bir de bi ara efsane vardı; Japonlar cücünün filmlerini özellikle bunu komedi olarak izliyorlarmış, japonlar ahtapot da yiyor, sen yiyon mu it.


Peki film bu kadar meşhurken yönetmeninden niye bihaberdik. Yönetmenin adı Çetin İnanç, nam-ı diğer jet rejisör. Gazetecilerin 72-73 yıllarında en fazla film çeken yönetmen olan çetin inanç'a taktığı isim jet rejisör. Bu adamın bir günde bir film çektiği de olmuş en kötü yönetmen ödülünü alabilmek için taa elin gavuristanlarına kendi cebinden para verip gittiği de olmuş ama kendini hep 2. hatta 3. sınıf yönetmen olarak tanıtmış. Tüm bunlara rağmen Ayhan ışık'ı, kadir inanır'ı ve senelerce yol arkadaşlığı yaptığı Cüneyt arkın'ı da inandırmış sinemasına.


Bizim bok yarıştırmamızın pek de önemi yok, jet rejisör diye bi kitap çıkmıştı bi ara sadece 2000 adet mi ne basılmıştı sonra basıldıysa haberim yok, bende de var bi tane. Kitap bile adamla hafiften dalga geçiyor ama adam aldırmıyor vermiş röportajlarını, bundan sonrasını kendi ağzından dinlemek daha iyi gibi: "Dünyayı kurtaran adam bir tiradla açılır. Ben yazmıştım onu, aslında ilk başta böyle bir giriş planlamamıştık, fakat sonra film biraz kısa geldi. Eldeki görüntülerin üzerine durumun mana ve ehemmiyetini anlatan bir şeyler çiziktirdim. Bakmayın o giriş bayağı ilgi gördü (tiradın ilk cümlesi şuydu: "insanoğlu ilk uzaya açılıp aya gitmesiyle uzay çağı başlar", bence gayet mantıklı cümleler, transformersda ne diyordu; yok megatrone gezegen kuracakmış optimus prime izin vermiyomuş ayda uyumuşlar stone'ları aktif hale getirmişler felan bunları geçtim 2 metrelik kız topuklu ayakkabıyla 2 saat koşuyor da bir kişi de çıkıp ne yapıyorsunuz demiyor) bana abi geleceği görmüşsün diyen çok çıktı. Geleceği görmesini bilmişiz de yaşadığımız günü görememişiz.


O döneme kadar uzay filmi yapılmamıştı galiba. Astronot Fehmi'yi sayma onun derdi başkaydı. Senaryo kabaca oluştuktan sonra, hemen nuri abi (kırgeç) aksesuarları hazırlamaya başladı. Plastikten olmaz, bazı şeyleri pelüşten yapalım istedik. Filmde görünenlerin dışında asıl daha güzel dekorlar hazırlayıp kilyos'ta kurmuştuk. Işıklı mışıklı uzay gemileri yapmıştık. O zaman kilyos tam çöl, gece yağmur indirmiş ertesi gün bi gittik ki hiçbir şey kalmamış sabaha. Sonra yeni bir formül bulmak lazımdı. Kapalı sahneleri İstanbul'da geri kalanını da en azından bir atmosfer versin diye Ürgüp'te çektik. Çekimler 20 -25 gün sürdü. Sonunda başka filmlerden parça almak mecburiyetinde kaldık tabii. Ama tepemin tasını arttıran bi şey var. Bana diyorlar ki filmin yarısını star wars'dan araklamışsın. Bi kere 16 ayrı filmden, belgeselden görüntü kullandım ben diğerlerini çakabilmişler mi? Yok. Star wars'un da anlaşılacağını bile bile koydum. Bir yandan örnek teşkil etmek istiyordum, kafasında bu tarz film yapma fikri olan varsa bana baksın ibret alsın, bu memlekette bu kadarının olacağını bilsin diye.


Şimdi filmde 13. kabile diye bişey geçer. 13. kabile incil'de geçen, büyük baskılardan kaçarak Kapadokya çevresine sığınan hıristiyan bir grup. Filme başlamadan önce göreme'de bir kilisede dolaşıyordum. Duvarda bir kabartma resim gördüm. Aynı bugünün bir uzaylısını, astronot kıyafetiyle, kaskıyla falan o freskte gördüm. İnanmayan baksın. Sordum birilerine yüzyıllar önce zulümden kaçan hıristiyanların kurtuluşları ancak bir şekilde olacaktı. "Ölümsüzlüğü bularak" dedi, ne güzel tam bizim senaryoya göre. Hemen ölümsüzlüğün peşinde olan iyileri, kötüleri ekledik filme. (çetin inanç Hıristiyan falan da değildir, bilali habeşi, yunus emre destanı gibi filmleri var ama kaygısızlar/tak fişi bitir işini çekmişliği de var)


İki uzay askeri, kurtarıcılarımız yani, uzay gemilerine binmiş giderken bir patlama oluyor, bilmedikleri bir yere düşüyorlar. Cüneyt abiyle aytekin, kaybolan 13. kabilenin kalıntılarına rastlıyorlar. Orası aynı zamanda da sihirbazın gezegeni. Sihirbaz ölümsüz. Ölümsüzlüğünü de diğer insanların, uygarlıkların beyinlerini, canlarını emerek sağlıyor. Bu yüzden o gezegen parçasında şimdiye kadar gelmiş geçmiş bütün kültürlerden uygarlıklardan ırklardan insanlar var. Teknoloji o kadar ilerlemiş ki artık daha ileri gidememişler, ilk çağa dönmüşler. Mağarada yaşıyorlar. Tam olarak zaman belli değil gibi görünse de, çok ileri bir zamandayız, (bu yorum inanılmaz komik) ortalarda bir yerde dan diye kendilerini Hacı Bektaş Veli'nin türbesinde bulurlar, şimdi bir sürü insana acayip gelmiş burası, filmin meselesi insanlık ölümsüzlüğü ararken dinlere ne olacak? Filmi Nevşehir’de çekiyoruz, Hacı Bektaş Veli’nin de türbesi orada. Böyle önemli bir dini figürden yararlanmayalım mı yani.


Dikkatinizi çekerim ne diyordu bütün evreni ele geçirmek isteyen sihirbaz, "hem her yerdeyim hem hiçbir yerdeyim". Üzerine bir saniye düşünmezsen komik gelir sana bu cümle es geçersin. Ama üzerine ne felsefik romanlar yazılabilir. Anlatınca atmasyon gibi geliyor, biraz durunca sembolik olarak düşünecek şeyler olduğuna inanıyorum ben. Şimdi Amerika, Afganistan'ı, Irak'ı orayı burayı bombalamıyor mu, kendi varlığı sürsün diye yapmıyor mu bunu. O zaman Amerika, hem her yerde hem de hiçbir yerdedir. Ölümsüzlük için başka uygarlıkların canını beynini emmek zorundadır, yani bizim kurtarıcılara ihtiyacımız vardır. Yalan mı? Sihirbaz filmin sonunda ikiye ayrılır, ama yine de öldüğüne, yok olduğuna dair bir işaret yoktur.


Ürgüp'teyiz ya çekim yapılırken turistlerin ilgisini çok çektik. Normal bir turist olarak mağaralara falan bakmak istiyorlar, sonra bizi görüyorlar, tip tip yaratıklar uzaylılar muzaylılar. Moğol kasklı kilink kostümlü atlılar, ışık tabancalı pelüş yaratıklar, üstü samuray altı Romalı mızraklılar, kafasında ambulans sireni olan robotumsu aygıt, şövalye başlıklı mavi tulum giymiş askerler, beyaz patiskaya sarılmış mumyalar, yüzleri bile lame kumaşla sarılmış oskar heykelciğine benzeyen muhafızlar. Bazıları dövüşürken alttan beyaz slip donları görünüyor, ama koskoca dünyayı kurtaran adam da uzay elbisesinin içine beyaz atlet giyiyor zaten.


Bütün bunları anlatmak tuhaf oldu, bazı şeyleri hiç kimseyle konuşmamışım. Saklayacak bir şey olduğundan değil, çıkartıp konuşmak istiyorlar beni neymiş fantastik sinemaymış. Onları fantastik olsun diye yapmadık ki biz, kendimiz fantastikmişiz. Giovanni doğru söylüyor "memur yönetmen" diye, ama işte bankada memur olsaydım bunları konuşamayacaktık. Belki de daha mı iyi olurdu?




Dünyayı Kurtaran Adam film eleştirisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder