28 Mart 2022 Pazartesi

Nema-ye Nazdik/Close-Up (1990)

 

imdb

“Nema-ye Nazdik” yani Close-up (1990) filmini İran sinemasının devlerinden Abbas Kiarostami yazıp yönetmiş. Filmde Ahankhah ailesi, Hossain Sabzian, Abbas Kiarostami ve Mohsen Makhmalbaf yer alıyor. Filmimiz biri İstanbul’da olmak üzere iki adet uluslararası ödül almış ve dünya genelinde çokça ses uyandırmış. Close-up benim favori filmlerinden biri bunda pek çok sebep var. Bunlardan bir tanesi zamanında benim de yönetmen olmakla kafayı bozmuş olmam. Kubrick’in ciddi şekiyde hayranıydım hala da öyle esasen. Onun hayat hikayesi, yönetmen olma süreci, başarıları, olgunluğu ve arzusu benim için hep ilham kaynakları olmuştu. Ama zamanla bunu yapamayacağımı anladım ve artık kabul ettim. O ilk adımı bir türlü atamadım, senaryolarım bile oldu ama devamı gelmedi. Bir Avrupalının asla düşünmediği önceliklerimiz ve sorumluluklarımız olduğu için film çekme olayına bir türlü zaman ve kaynak ayıramadım yapabilenlere ise çokça saygı… 

Filmimiz daha doğrusu film-belgeselimiz yoğun derecede sinemaya tutkulu Sabzian’ın bir gün kendisini bir aileye çok sevdiği yönetmen Mahmelbaf olarak tanıtmasını, onları çekeceği yeni filmde oynama fikriyle oyalamasını bir süre sonunda da gerçeğin ortaya çıkması neticesinde  Sabzian’ın yargılanmasını anlatıyor. İşin büyüleyici yanı ise filmde bahsi geçen kişileri kendileri oynuyor. Bazı sahneler gerçek hayattan alınıp bazıları ise canlandırma ile tekrar çekilip film haline getirilmiş. Mahkeme ve cezaevi sahnelerinin büyük bir kısmı gerçek sahnelerken Ahankhah ailesi ve Sabzian arasındaki sahneler sonradan çekilmiş. Esasında kimlik hırsızlığı ya da dolandırıcılık olan bu olayı tekrardan canlandırmak iki taraf için de zor olsa gerek ama filmi izlerken buralar gerçek mi, nasıl çekmişler tarzında şaşırabilirsiniz. Ahankhah ailesinin de Türk kökenli olması muhtemel. 

Sabzian, kendine münhasır bir karakter ve her film sevenin onu tanıması gerekir diye düşünüyorum. Bir röportajda kendisine “sana hayalcisin diyorlar” sorusuna “evet ben hayalciyim ve hayal etmeye devam ediyorum çünkü hayallerim henüz gerçekleşip somut bir zemine oturmadı” diyecektir. Onca maddi yoksunluğa rağmen tüm arzusuyla beraber bu kadar olgun olup kelimelere hükmedebilmesi inanılmaz. Yine başka bir röportajda ise “huzurluyum, tüm bunları yaptığım için en azından kısa bir süreliğine de olsa Mahmelbaf olabildim. Orson Welles’in öğrencilerine film çekmek için nasıl para bulmaları gerektiğini söylediği bir sözü hatırlıyorum, "çalın (hırsızlık yapın), en azından hayallerinize ulaşma şansını yakalayın". Ben sinemayı yutmaya niyetlenirken nihayetinde sinema beni yuttu. Sinemaya olan tutkum yüzünden herşeyimi kaybettim.” 

Filmin açılışında şoförün çiçek toplamaları ve boş bir kutuyu tekmelemesini görüyoruz. Uzunca bir süre o boş kutunun sokak boyunca güzel bir sonbahar havasında aşağıya doğru gidişini izlerken acaba bir metafor mu var, insanın ya da filmdeki bazı karakterlerin boş olmalarına (kutu gibi) mı atıf diye kendimi yormuştum ama Kiyarüstemi açılış sahnesi için şöyle diyordu: “boş kutu ve çiçek toplama sahneleri eve konuk olmamız esnasında biraz zaman kazanmak için çekilen sahneler. Her yönetmen filmlerinde kendi çocukluğunu yansıtır ben de burada çocukluğumu yansıttım. İnsanların boş kutuyu ve gelişen aksiyonları metafora bağlamalarını doğru bulmuyorum zira öyle bir amaç gütmedim.” 

İran usulü boşanma’da (1998) İran mahkemelerine konuk olmuş ve böyle bir şeyin hele de İran gibi bir ülkede olabilmesine çok şaşırmıştık. Kiyarüstemi ise mahkeme çekimleri için şöyle diyor : “bize nasıl oluyor da hakimin yanına oturup duruşmaya müdahale edebildiğimizi soruyorlar. Bizim ülkemiz imkansızların yaşandığı topraklardır. Diğer ülkelerde normal olan şeyler burada imkansızken onların imkansız dedikleri bizim ülkemizde olabiliyor.” Kiyarüstemi’nin bu deneyimi ise İran sinemasında bir ilk olsa gerek çünkü İran Usulü Boşanma’dan neredeyse 10 yıl önce çekilmiş. 

Mahkeme ve cezaevi çekimleri gerçekten olağanüstü ve Sabzian’ın iç dünyasını bize gösterebildiği yerler. İnandığı gibi yaşayan, sinemanın her şeyini aldığı olgun ve donanımlı birisi nasıl olmalıysa gerçekten öyle. İranlılar ise en azından filmdekiler olabildiğince sakin, saygılı ve olgun. İleride değineceğimiz “kızım olmadan asla”dakiler gibi değil yani. İlgili sahnelerden birkaç konuşmayı vermek gerekirse:

Yönetmen(mahkemede): Çekim yapmamıza izin verir misiniz?

Sabzian: Tabii. Çünkü benim seyircimsiniz.

Yönetmen: Kim?

Sabzian: Siz.

Yönetmen: Nasıl yani?

Sabzian: Tutkumu izliyorsunuz.

Yönetmen: Hangi tutkunuzu?

Sabzian: Sanat. Film. 

Hakim: Kendinizi Bay Makhmalbaf gibi tanıtmanızın sebebi neydi? Mahkemeye anlatın.

Sabzian: Ona hayranım, çünkü filmlerinde çekilen acıları anlatır. Aslında, benim gibi insanların dili olur. Özellikle "Kutsanmış Evlilik"teki gibi. Bay Kiyarüstemi'nin "Yolcu"da yaptığı gibi. Tahran'daki futbol maçına gidebilmek için içinde film olmayan kamerasıyla para karşılığı insanların fotoğraflarını çeken çocuğa benziyorum. Ama uyuyakalıp maçı kaçırmıştı. Ben de maçı kaçırdığımı düşünüyorum. Yaptıklarımın geri alınamayacağının farkındayım ama sinema aşkım da hesaba katılmalı.

Sabzian: Makhmalbaf olmak çok zordu.

Yönetmen(mahkemede): Nedenmiş o? Yerine geçmeyi sen istemedin mi?

Sabzian: Kimliğine bürünmek benim için zordu. İnandırıcı bir şekilde yapmak zordu.

Yönetmen: Neyi?

Sabzian: Makhmalbaf olmayı. Yönetmen rolü yapmak zordu. Ama bana özgüven verdi. Saygılarını da kazandım.

Yönetmen: Kimin saygısını?

Sabzian: Aile üyelerinin. Söylediğim her şeyi yaptılar. Bir dolabı kaldırmalarını ya da ağaçları kesmelerini istediğimde, hemen yapıyorlardı. Daha önce düşündüklerimi bu kadar kolay ifade edemezdim. İnsanlar, söylediğim şeyleri yapmakta isteksizdiler. Ama ünlü birisi gibi davrandıktan sonra hepsi bana itaat etti. Evden ayrılıp oğluma bir şey almak ve yol ücretini ödemek için parayı aldığımda, hâlâ ailesini geçindiremeyen Allah'ın belası bir yerde yaşayan fakir birisi olduğumu hatırladım. Ertesi gün uyandığımda hâlâ işsizdim ve hiçbir şeyin değişmediğini anladım. O kısmı oynamak biraz zordu. Başka birisi gibi davranmak zordu. Ama aynı zamanda hoşuma gitti çünkü bana saygı duydular ve bana destek oldular. O yüzden kendimi daha çok kaptırdım. Gerçekten de yönetmen olduğuma inanmaya başladım. Yönetmen gibi hissettim. Artık rol yapmıyordum. Gerçekten de o karaktere bürünmüştüm. Ama oradan ayrılıp günün sonunda evime gittiğimde karakterimden ayrılmam gerekiyordu ve bu da benim için zordu.

Yönetmen: Aldığın paranın, rolünü devam ettirmende katkısı oldu mu?

Sabzian: Evet, bir yönetmen çulsuz olamaz. Parası olmalı. Ailesini geçindiremeyecek kadar fakir olmamalı ki haysiyetini kaybetmesin. O yüzden ilerleyen günlerde yönetmen rolümü sürdürmem benim için zor oldu. Diğer yandan, bana güvendiler ve güvenleri bana özgüven sağladı.

Yönetmen: Borç para vermesi sana özgüven mi sağladı?

Sabzian: Evet, para verdiğinde yönetmen olduğuma inandıklarını anladım.

Yönetmen: Parasını geri vermeyi düşündün mü?

Sabzian: Düşündüm ama nasıl yapacağımı da bilemedim. Hem sonra bir filmde oynamaya can atıyordu ve bende böyle bir fırsatı ona vermeyi çok isterdim.

Sabzian: Hapishanede kendimi mutsuz hissettiğimde Kuran'ı Kerim'deki ''Dertli bir yürek için en iyi teselli Allah'ı zikretmektir." diyen ayeti düşünürüm. Moralim bozulduğunda ya da kederle dolduğumda kimsenin duymak istemeyeceği ruhumdaki ızdırabı ve acıyı dile getirme ihtiyacı hissederim. Sonra, filmlerinde tüm acılarımı dile getiren ve o filmlerini tekrar tekrar izlememe sebep olan, iyi bir insana rastladım. Başkalarının hayatlarıyla oynayan fakirlerin, çoğu maddesel olan basit ihtiyaçlarına kayıtsız kalan zenginleri sergilemeye cesareti olan bir insan. O yüzden bu kitap beni teselli etti. Kendimle ilgili ifade etmek istediğim şeyleri anlatıyor.

Yönetmen(mahkemede): Rolünü bitirdiğine göre bir yönetmendense oyuncu olabileceğini düşünüyor musun?

Sabzian: Bunu söylemek bana düşmez. Sanırım oyuncu olmayı tercih ederim. İçimde hissettiğim tüm acıları ve yaşadığım kötü şeyleri ifade edebilirdim herhalde. Oyunculuğumla, hissettiklerimi aktarabilme fikri hoşuma gidiyor.

Yönetmen: Şu anda kameraya rol yapmıyor musun? Şimdi yaptığın ne?

Sabzian: Çektiklerimi anlatıyorum. Bu rol değil. İçimdekileri anlatıyorum. Benim için sanat insanın, içindekileri dışarı vurmasıdır. Tolstoy "Sanat, sanatçıların kendi içlerinde geliştirip, paylaştıkları duygusal bir deneyimdir" demiş. Yaşadığım zorlukların ve acıların, iyi bir oyuncu olmama uygun bir altyapı hazırladığını düşünüyorum. Bu şekilde iyi rol yapıp içimdekileri dile getirebiliyorum.

Yönetmen: Neden oyuncu olmak yerine yönetmen taklidi yaptınız?

Sabzian: Yönetmen rolü yapmak başlı başına bir performans. Bence bu zaten oyunculuktur.

Yönetmen: Şimdi kimin rolünü oynuyorsunuz?

Sabzian: Kendiminkini.  (piçteki olgunluğa laflara bak)  

Duruşmanın sonunda Sabzian içindekileri dökmüş samimi özrünü sunmuş ve aile de onu affetmiştir. Ailenin çocuklarından Mehrdad’ın  şu cümleleri  çok etkileyici:

“Yaptıkları, toplumsal sıkıntıların ve işsizliğin bir sonucudur. Ama bunu burada tartışmamız uygun düşmez.(kendisinin ve kardeşlerinin de benzer problemleri vardır) O yüzden tüm suçu ona yüklemek doğru olmaz. İşsizlik insanlara suç işletebilir. Eminim, serbest bırakıldığında uygun bir iş bulursa, dürüst bir hayat sürecektir. O yüzden ben de şikayetimi geri çekiyorum.” 

Ahankhah ailesinin evindeki yeniden canlandırmaların ilk gününde Sabzian ağlamaktan eve girememiş. Hem mahcubiyet hem duygu yoğunluğu doruk noktada olsa gerek. Bu eve farklı bir karakterle girmiştim diyor. Polisler tarafından yakalanma, ev içi sohbetler bunları izlerken sanki gerçekten ilk defa görüyormuşum gidi hissetmiştim ve pek çok yerde acaba burası canlandırma mı yoksa gerçek mi diye şüphelere düştüm. Yırtık çorabıyla polisleri beklediği sahne oscarlık (Oscar ödüllerinin bir kriter olmamasına rağmen). Sözün özü herkes kendisini olayın yaşandığındaki gibi oynamış. 

Final sahnelerine ise ayrı bir parantez açmak gerek. Sinema endüstrisine birer armağan olan motorsikletle seyahat sahneleri muazzam müziğiyle beraber gerçekten olağanüstü. Müthiş bir deneyimdi tekrarı çekilebilir mi bilinmez ama yıllar sonra Kiarüstemi bu filmi ya da o sahneyi tekrar çekebileceğimi düşünmüyorum diyecektir. Mahmelbaf ile Sabzian’ın konuşmaları dikkat ettiyseniz ara ara kesiliyor bunun sebebi filmde bahsedildiği gibi teknik arızalardan ve ekipmanların yetersizliğinden değil bazı repliklerin çıkartılmak istenmesinden. Bu sahne bir canlandırma olacaktır ve Mahmelbaf senaryoya bağlı kalırken Sabzian, Mahmelbaf’ın yanında olduğundan duygu seline kapılır ve ortaya anlam bütünlüğü olmayan bir konuşma çıkınca Kiarüstemi durumu toparlamak adına bazı parçaları bilerek çıkartır. O kısa motorsiklet yolculuğu beni çok duygulandırmıştı.  

Kiarüstemi, Sabzian ve kişiliğini unutamadığını ve ondan çok etkilendiğini defalarca vurguladı farklı mecralarda, bir anısı ise çok orijinal. Filmimizden 3-4 yıl sonra Kiarüstemi, İran film festivalinde gösterimde olan “color of pomegranates (1969) ” filmini izlemek ister ama giriş için herhangi bir bileti felan yoktur. Durumu öğrenen Sabzian (kendisi festivaldedir) yetkilerle beraber gelerek Kiarüstemi’yi içeri aldırır. O an için Sabzian benden daha meşhur bir sinema kişiliğiydi diyor, Kiarüstemi. Bu tatlı anıdan sonra uzun bir süre görüşemeyen ikili Sabzian’ın hayatını anlatan belgeseli çekmek için tekrar bir araya gelmeye karar verirler ama astım krizine yakalan Sabzian yaklaşık 4 ay hastanede komada kaldıktan sonra hayata veda eder ve bu proje gerçekleşemez.

Close-up ile Kiarüstemi, İran dışında popüleritesini artırmış ve olumlu tepkiler almıştı (film yanınlandığı sıralarda ise İran’da genel kamuoyu filmi ve anlatımı beğenmemişti. Sonradan İran’da da sevilmeye başlamış) Kiarüstemi’yi dünyaya biraz daha tanıtan bu film sayesinde biz de Sabzian gibi orijinal bir karakteri tanımış olduk. Sadece final sahnesindeki duygu yoğunluğu için bile favorilerimden olan bu filmi izlemenizi öneririm.