14 Ekim 2012 Pazar

Papillon







“Papillon” filmini Franklin J. Schaffner yönetmiş. Filmin esin kaynağı ise Henri Charrière’nin yazdığı papillon isimli roman, dediklerine göre de film ve kitap gerçek bir hayat hikayesini anlatmaktadır ama buna inanmak hiç de kolay değil çünkü papillon ve arkadaşlarının başına gelenleri başka bir hikaye veya filmde göremeyebilirsiniz. Schaffner ustanın film çekme tarzını da düşünürsek, yani gerilim atmosferli bir normal akış olarak kabaca özetleyebileceğimiz bu tarz sayesinde hapishane ortamı inandırıcı olabilmiş diğer türlü ya becerilemezdi ya da çok sıkıcı bir yapıt olurdu. Filmde kubrick’in “2001: bir uzay yolu” ve coppala’nın “apocalypse now” şaheserlerindeki belirsizlik atmosferi hakim ve buna ciddi şekilde korkutmayan gerilim de ekleniyor. Bu hafif gerilimi ziraat bankasında sıranıza 20 kişi kalmışken ön taraflara doğru ilerleyip yaşlılara, elinizdeki bir adet sıra fişine, yaşlıların elindeki en az iki adet sıra fişine ve numara tabelasına bakarkenki ruh haline benzetiyorum.


Schaffner’ın filmlerini çok beğeniyorum, daha önce “a man for all seasons” film eleştirisinde listesini verdiğim benim en iyi 15 yönetmenimden biri olan schaffner’in filmleri kesinlikle sıkıcı olmadan ilerleyebiliyor ve dediğim gibi nasıl beceriyorsa film boyunca çok tatlı bir gerilim hakim, müziklerin seçimi ve vurguları da bir o kadar etkili. Kendisinin daha önceden “patton” ve “the boys from brazil” filmlerine değinmiştik, böylelikle ustanın toplamda üç filmine değinmiş olduk. İleride bir başka filmine daha değinebiliriz. Filmimizin başrollerinde ise usta oyuncular Steve McQueen ve Dustin Hoffman yer alıyor. Dustin hoffman çok başarılı bir oyuncu, yedi defa oskara aday olup ikisini kazanmış ama nedense ben bir türlü ısınamadım kendisine. Benim en iyi 10 oyuncu listemde yok. Eski filmleri çok güzel ama 90 sonrasındaki hali biraz itici geliyor zaten holivudda da kaprisli olmasından dolayı pek sevilmeyen bir oyuncu.


Filmimizde papillon (Fransızca da kelebek anlamına geliyor) isimli mahkumun Fransız Guyana'sında başından geçenler anlatılmaktadır. Fransız Guyana'sı, Brezilya'nın üstünde göt kadar bir yerdir ve Fransa’ya aittir. Papillon ve esir arkadaşları güzel manzaralı Guyana'ya gitmektedirler ama aldıkları cezanın büyüklüğü onları ümitsiz bir duruma sokmaktadır çünkü bir hükümlünün cezası bitse bile Guyana'da yaşamak zorunda kalacaktır. En sıkıntılı suçlular oraya gönderiliyor ve bir daha da asla Fransa’ya alınmıyorlar. Papillon, bu cezanın bilincindedir ve gittiği ilk günden beri kaçmanın planlarını yapmıştır. Bu serüvenindeki en yakın dostu da hoffman’ın canlandırdığı dega karakteri olacaktır. Dega ile arkadaş olmak isteyen papillon’un asıl amacı ise dega’nın paralarıdır. Dega tüm ülkeyi kazıklayan bir finansçıdır ve gerek mahkumlar gerekse de gardiyan ve askerler dega’yı sevmezler.


Papillon, dega’ya koruma sağlayacak karşılığında da dega ona para verecektir. Peki bu para nerden geliyor derseniz, götten geliyor. Hapishaneye düşmeden evvel ince bir çubuk ya da plastik şeyin içine para sıkıştırılıyor ve o da anüse sokuluyor, filmde gördüğümüz kadarıyla bu götlerinde taşıdıkları şeyler onların bir organları gibi olmuştur. Diğer başka hapishane filmlerinde de bu götte mal taşımadan dolayı iltihap kapma olaylarına sıkça değinildiğini hatırlıyoruz hatta "pulp fiction" da bu göte yerleştirilen yadigar saatin hikayesini de unutmamak lazım, çok komik sahneydi.


Götlerindeki azıcık parayla biraz ayrıcalık yakalayabilen bu ikili mutlaka kaçmalıdır ama o kadar da kolay  değil. Başlarına o kadar çok şey geliyor ki inanın bu hikayenin gerçek olmaması lazım diyoruz. Böyle bir atmosferin olabilmesi hala beni düşündürüyor. Belli bir zamandan sonra ikilinin aralarında başlayan arkadaşlık ömürlük bir hal alıyor ve filmi üst sınıf yapıtların içine atan önemli detaylardan biri de bu; film gelmiş geçmiş en iyi arkadaşlık ve dostluk filmlerinden biri. “Scarecrow” filmindeki bencil karakterin samimi arkadaşlığı bizleri nasıl etkilemişse papillon’un hücre hapsinde, ki orada ilk etapta 6 ay boyunca çok kötü şartlarda kalacaktır, arkadaşını satmaması da aynı etkiyi yapacaktır.


Satma dediğimiz olay da şu; dega, papillon’a her gün hindistan cevizi gönderir ve bunu da su kabının içine saklayarak yapar bu sayede arkadaşı hücre hapsindeyken güç depolayacaktır ama Fransız askerleri bu durumu öğrenir ve işler papillon için çok daha kötü olur. Yardımı kim yaptı sorusuna cevap vermeyen papillon tam altı ay boyunca karanlık ve eksik yemek menülü bir ortamda kalmıştır. Çoğu zaman da böcük yer ve delirme eşiğine de çok yaklaşmıştır. Bu süreçte arkadaşını satmaması çok güzel bir anlatım olmuştu. Şu an bir film yapılsa herhangi iki kişinin fedakarlığının beni etkiyebileceğini zannetmiyorum. Ama papillon’un hücre hapsinden etkilenmemek mümkün değil.


Hapishane filminden bahsediyoruz ama çoğu insan bu filmi bilmez veya izlememiştir. Hapishane filmi deyince herkesin aklına esaretin bedeli (The Shawshank Redemption) gelir. Bazen duyuyorum sağdan soldan bir anlatıyorlar hiç sormayın. Ama insanların bu esaretin bedeli filmini beğenmelerinde asıl sebep, filmin imdb'de bir numarada yer alıyor olması yatıyor ya da sağdan soldan duyulan cılız yorumlar, bu filmi hiç izlememiş olsa bile övecek yüzlerce insan olduğunu düşünüyorum. Bu listeyi de anlamak çok zor, esaretin bedeli güzel filmdir ama kesinlikle imdb'de ilk sırada olmayı hak etmiyor. En iyi hapishane filmi olması da muhtemel değil çünkü en iyisi papillon'dur. Gerçek hikaye diyorsanız papillon da gerçektir ve papillon'un başından geçenler daha idraki zor sahnelerdir. Esaretin bedelindeki en büyük zorluk kanalizasyon çukurundan saatlerce geçmektir ama bu zorluk papillon’un başından geçenlerin yanında hiçbir şeydir. Papillon'un karşılaştığı psikolojik saldırılara ve ilk 10 yılda başından geçen talihsiz olaylara Andy Dufresne'nin 1 hafta dayanabileceğini zannetmiyorum. Azim ve ümit duygularının yoğunluğu ve anlatımı diyorsanız papillon yine ağır basacaktır. Ya adam bir şekilde kurtuluyor ama en sonunda artık papillon’a gitme olum yaşa gitsin diyoruz. En son sahnelerde nerelerden ve nasıl kaçtığını tarif etmenin mümkünü yok izlemeniz lazım.


Oyuncu kalitesi açısından bakacak olursanız da zaten papillon bir iki adım daha öndedir. Hangi konuyu değerlendirirsek değerlendirelim papillon, gelmiş geçmiş en iyi hapishane filmidir. Esaretin bedeli de hem imdb de gereksiz bir şişirme puanı almış hem de papillon'dan daha kötü bir filmdir neyse. Çok az filmde olduğunuz duruma şükür edersiniz. Mesela, titanic’in sonunda sıcaklığa sahip olmak bir battaniyenin içinde kıvrılmak çok acayip tat verebilir. Pianist’te filmi sonlara doğru durdurun gidin mutfağa bir şey yiyip içmeye utanırsınız o derece tatlı gelir besinler gözünüze. Bu filmde ise yemin ediyorum özgürlüğün tadını yaşıyorum. Filmi durdurun bir bakkala gidin yani kimseye sormadan gidebilmeyi yaşayın başka da bir şey demiyorum. İnsan olabilmenin tadını yaşıyorsunuz. Amına koduğumun sömürgeci kalleş Fransızları suçlu da olsa insanların insanlıklarını ellerinden alıyor. Bu bahsettiğimiz deniz aşırı bölgede hapis bittikten sonra orada köylü olmak gerekiyor ki delirmeyen görülmemiş. Dega’nın filmin sonlarındaki haline içiniz cız etmeli. İnsan olmanın farkını ve güzelliğini, özgürlüğü başka bir film bu denli yoğun bir duygu bombardımanıyla anlatamazdı. Ve başrolde bayan olmamasına bir aşk hikayesi yaşanmamasına rağmen. Ayrıca öyle duygu sömürüsü felan yapıldığı da yok.


Arkadaşlığın, fedakarlığın, fakirin ekmeği umudun, hapishane ortamının, güzel oyunculukların ve kaliteli yönetmenliğin belirgin bir şekilde gözüktüğü arşivimde yer alıp en iyi 20 film listemde olan bu filmi mutlaka izlemelisiniz…




Papillon film eleştirisi

2 yorum:

  1. Anlamadığım bir şey var, Papillion sahilde Dega'yı bırakıp kaçtı, filmin sonlarına doğru ise Dega'yla karşılaştıklarında Dega "Keşke gelmeseydin" tarzında bir şey diyor. Fazla bir tepki vermiyor yani sonrasında da yemek yiyorlar hatta sarılıyorlar filan en son. Ben biraz daha sert bir tepki vermesini bekliyordum. Filmi bir kaç günde bitirebildim belki de o yüzden kaçırdığım bir nokta da olabilir.

    YanıtlaSil
  2. dega nın ayağının durumu zaten papillon a başka çare bırakmamıştı bir de papillon yakalandıktan sonra bayağı bi süre hücre cezası yiyor ve ikisi de zihinsel sağlıklarını yitiriyorlar, yıllar sonraki bu buluşmada ne de olsa eski bir dosttur hissi hakim olmalıydı ki öyle de oldu ayrıca papillon un acınası fiziksel görünümü de ortamı yumuşatmış olabilir, şahsen ben son sahnede birbirlerinin hallerine bakıp ağlaşıp kucaklaşmalarını bile beklemiştim

    YanıtlaSil