13 Ocak 2013 Pazar

There Will Be Blood





“There will be blood” filmini önemli yönetmenlerden Paul Thomas Anderson yönetmiş. Senaryo ise Upton Sinclair’in “oil” isimli romanından. Yönetmeni “magnolia” ve “boogie night” eserleri ile tanımıştınız. İleride yine beğendiğim filmlerden olan “magnolia”ya değinebilirim. Filmimiz 8 dalda oskara aday olup bunlardan iki tanesini kazanabilmiş. Oskarlardan biri de favorilerimden daniel day-lewis’e gitmiş ve daniel, bu ikinci oskarı ile beraber en az 10 yıl aradan sonra, ki 18 yıldır, tekrar oskar kazanan nadir oyunculardan biri olmuştur. Bunlardan bir diğeri de jack nicholson. Geçen haftaki yazımız olan "gangs of new york"ta daniel’in ne kadar komple bir oyuncu olduğunu ve adeta oyuncu olmak için yaratıldığını vurgulamıştık. Air Jordan basket oynamak zorundaydı, başka bir işi yapsa tüm dünyaya yazık olacaktı. Aynısını daniel için de söyleyebiliriz. Umarız da son filmi lincoln ile bir tane daha oskar kazanır ve mertebesini iyice artırır.


Son yazımızdaki “the butcher” karakterinin gelmiş geçmiş en iyi oyunculuk performanslarından biri olduğunu vurgulamıştım, bu filmimizdeki “oilman” karakteri de mükemmele yakın ve bu güzel filmimiz inanılmaz kaliteli kült sahnelerle dolu. Bir gün listesini veririm diye düşündüğüm en beğendiğim sahneler listemde bu filmden iki adet sahne mevcut, evet yanlış duymadınız iki adet. Bu sahnelere birazdan değiniriz. Ama bu yazıda değineceklerim hepimize filmdeki kurgunun çoğunlukla yanlış anlaşıldığını söyleyecektir. Yabancı da dahil pek çok ilgili yorumu okurken çokça şu ibareyi gördüm: “bu filmde kapitalizm eleştirisi var”. İnsanın vallaha mı diyesi geliyor. 


Bu filmde iki tane ana konu işleniyor. Bunlardan ilki insan doğasının hırsla olan mücadelesi ve kendini kaybetmesi. Bir diğeri ise enerji ile din’in mücadelesinin ne kadar kaçınılmaz ve zararlı olabileceğinin anlatılmaya çalışılmasıdır ki "kan çıkacak" mesajı da çoğunlukla bu iki gücün savaşına ya da ittifakına birer göndermedir. Kan çıkıyor da zaten. Şu an dünyada olan toplu ölümlere bir bakalım, sebepleri bize her şeyi gösterecektir. Geçenlerde bir belgeselde denk gelmiştim, bir tane kel adam dünyanın belalı bölgelerini gezerek çeteleri ziyaret ediyor ve iç dünyalarını bizlere anlatıyordu. Bunların arasında nazi sempatizanı Polonyalı holiganlar, jamaikadaki çeteler ve dünyadaki en belalı ve gaddar çeteler olan el Salvador'daki 13 ve 18 çeteleri yer alıyor. Bu belgeselleri izlerken inanın geriliyorsunuz. Onlarca yıldır bu ülkelerde insanlar birbirlerini sebeplerini bile bilmeden kesip öldürüyorlar. Ve bu onlarca yılın cinayetlerini topladığınızda yüz bini zor buluyoruz. Oysaki Amerika ırak’ta 1,5 milyondan fazla insanı katletti. Sebebini hepimiz biliyoruz. 


O zaman ben de tüm eleştirilerime şunu ekleyeyim: “bu filmde insan ilişkileri çok yoğun” böyle böyle her gün 6-7 adet de eleştiri yazalım olsun bitsin. Filmimiz peder ile petrolcünün çatışmasından büyüyerek gelişiyor ve yönetmenin dediğine göre eğer daniel bu rolü almasaydı film çekilmeyecekmiş. Ayrıca çok beğendiğim bir detay da şu; yönetmenimiz filmin çekimleri esnasında neredeyse her gün “the treasure of the Sierra madre” filmini izlemiş. Bu filme daha önceden değinmiştik ve bu filmin her gün izlenme sebebi de hırsın insana neler yaptırabileceğidir. Gerçi oilman, "dobbs" gibi birden hırs manyağı olan bir insan değil ve çoğunlukla da hep aynı dürtünün peşinde. Hayallerinin peşinden koşan oilman'ın kafasını en çok bozan şeylerden biri de standart oil campany’dir. Bir başka hoş detay da her sahnede ama her sahnede başrol oyuncusu oilman’in gözükmesidir. Bunu her filmde göremezsiniz.


Oilman, tanrı tanımaz adamın tekidir ve aklı fikri büyük bir petrol baronu olabilmektir ve bu hayallerinin peşinden koşarken de çok büyük rakipleri vardır. Rakiplerinin gücü bir yana hedefleri uğruna her şeyi yapabileceğini film boyunca defalarca görüyoruz. Bir gün oilman’in kapısını paul isimli birisi çalar ve kendi memleketinde bolca petrol olduğunu iddia eder. Bu paul, peder eli’nin abisidir. Eli isminin de önemli olduğunu vurgulamak lazım zira Hıristiyan etimolojisine göre İsa, tanrı’ya eli diyormuş. Benzer bir yaklaşımı da “the book of eli” filminde görmüştük. Bu filme de değindiğimizi hatırlatırım. İki filmde de eli’ler önemli rollerdedir. Ama peder eli şarlatanın tekidir. Paul, oilman’e hangi kiliseye mensupsunuz diye sorduğunda oilman şöyle der: “ben her türlü inancın tadını çıkartırım. Bağlı olduğum belli bir kilise yok. Hepsinden hoşlanırım. Her şeyden hoşlanırım”. Filmdeki en belirgin karakter betimlemesi burasıdır. Oilman, kendini daha iyi ifade edemezdi. Benim dinim de imanım da para diyor. Daha oilman, dinin para kazanmak için ne kadar gerekli bir araç olduğunu keşfetmemiştir, o yüzden bu kadar rahatça tanrı tanımaz tavırları vardır.


Paul’ün teklifini pek kale almasa da aynı bölgeden standart oil’in de toprak alması oilman’i kışkırtır. Bu standart oil firması hepimizin bildiği rockefeller ailesinin kurduğu bir şirket. 1870 yılında kurulan bu firma 1911 yılına kadar amerika’nın en büyük petrol üreticisi ve işletmecisi olmuştur. Rockefeller, hem küçük üreticileri bağlıyor hem de demiryolu ağlarını satın alarak herkesi kendisine muhtaç bırakıyordu. Bu durum filmimizde muhteşemce anlatılmış. Sanılanın aksine oilman, standart oil firmasından korkmuyor, onları gördüğü yerde de ayarı veriyordur. İşin ilginç olan yanı da 1911 yılında tarihin en büyük tröstlerinden biri olan standart oil devletçe kapatılıyor ve eyaletlere göre farklı isimler adı altında bölünüyor. Standart oil of new jersey (exxon), standart oil of California (chevron), standart oil of new york (mobile) gibi büyük parçalara bölünen şirket tamamen kapanıyor ama bölünen parçalar yine rockefeller ailesine ait oluyor. O dönemde herkes standart oil kelimesinden hem ürktüğü hem de iğrendiği için böyle bir yola gidilme ve aslında daha da büyük olma planı olduğundan bahsediliyor. 1998 yılında da exxon ile mobile birleşerek exxon mobile oluşturuluyor. Şu anda da dünyanın en büyük petrol şirketlerinden biri. Global rakipleri ise bp (beyond petrolium) ve shell’dir. Dokunulmaz diye inandığımız aileler bile yasa karşısında ezilebilmiş. Bu bilgiyi es geçerek "dünyaya hakim olan güçler" konusunu konuşmamalıyız bence


Filmimizdeki oilman’in ne kadar büyük bir hırsla yoğrulduğunu ve ömür tükettiğini görüyoruz ona rağmen gelebildiği nokta bellidir ama şu an bu bahsedilen petrol devlerinin geldiği noktayı anlamak inanın çok güç. Burada belki de “bunlar mason, çok güçlüler, türkiye’nin de anasını belliyorlar” gibi cümleleri beklediniz ama hayır söylemeyeceğim. Bu aileleri büyük bir hayranlık ve kıskançlıkla takip ediyorum. Onlar kötü de senin deden çok mu iyi? Bana bugün kaçta kalktığınızı bir söyleyin, evet bu pazar gününde kaçta kalktınız? Sabah alarm çaldı ve biraz daha kıç büyüttük değil mi? Tüm çay ve kahvaltı faslı bittiğinde de saat 3 olmuştur çoktan. Ondan sonra da bu adamlar mason demesi çok kolay. Sen 1870 yılında petrol şirketi kuruyorsun, biz o zamanda daha meşrutiyet ile uğraşıyorduk diyen de yok. Adamlar çok kötüymüş de hırslıymış da felan. 




Oilman’ın  kasabadaki halka yaptığı konuşma inanılmaz güzeldi: “burada su kuyuları açacağız ve su kuyusu demek sulama demektir. Sulamanın karşılığı da tarımdır. Eskiden elde edilemeyen mahsulleri yetiştireceğiz. Nereye koyacağınızı bilemeyeceğiniz kadar çok tahılınız olacak ve o başaklardan ekmek fışkıracak hanımefendi. Yeni yollar, ziraat, istihdam, eğitim size sunabileceğimiz imkanların sadece birkaçı ve sizi temin ederim ki bayanlar baylar eğer burada petrol bulursak ki, ben bulma ihtimalimizi çok yüksek görüyorum. Bu topluluk sadece hayatını idame etmekle kalmayıp, refaha da kavuşacaktır. Sorularınız varsa memnuniyetle cevaplarım. Evet?” burada peder eli şu soruyu sorar: “yeni yol kiliseye de uzanacak mı?” bu kutsal soru sorulduğunda alınacak cevap tüm kasaba halkı için çok önemliydi. Oilman, onlara şunu söyler: “uzanacağı ilk yer orası olacak. Teşekkürler, eli.” Hallelujah, hadi kiliseden geçmeseydi bu yol, boku yemiştiniz, hallelujah. Yöre halkının inancı da arkana alındıktan sonra seni hiçbir şey tutamaz. Oilman’ın tek eksiği bu idi, hem toplum mühendisliğini geç kavrayabilmiş hem de rockefellerlar gibi kurumsallaşamamıştı ve ailesine işini devredemiyordu. Standart oil yetkilileri böyle bir konuşma yapmaya da gerek duymazlar, onlar papaz efendileri önceden bağlarlar ve sen asla o şirketi ve aileyi bilemezsin. Ama oilman, bizler gibi basit bir hayattan geldiğinden o acınası cahillerle yüz göz olmuş ve çabalar kat be kat artmıştır.




Oilman, bir rockefeller değildir daha toplum mühendisliğini de yeni yeni kavramaktadır ama bu son konuşmasında ihtiyaçlar hiyerarşisini nasıl kullandığını görmek hepimizi sevindirmiştir. Peder eli’nin olumlu cevabı aldıktan sonra cemaate şöyle bir bakıp huşu bulmasını gıpta ile izlememek elde değil. İpleri eline almak isteyen Peder Eli, oilman’den kendisini ön plana çıkarmasını ister ama oilman bunu iplemez ve böylece aralarındaki inanılmaz savaş da başlar. Bu savaş başladığında arka fonda "brahms’ın d major"u çalması hepimizi ateşlendirmiş, belki bizleri de savaşın içine sokmuştur. Buraya gelebilecek belki de en iyi eserlerden biriydi bu. Peder eli bu yapılanı hiç unutmayacaktır, durum şu an 1-0 oilman öndedir. Peder eli ise şerefsiz ama boş beleş adam değildir, yaşlı teyzenin içinden şeytan çıkarttığı seremoni görülmeye değerdir ki oilman da bunu görmüş ve çocuktaki toplumu etkileme gücünü derin bir şekilde keşfetmiştir. Tüm kavganın çıkışı ise peder eli’nin açılacak kuyuyu kutsama isteğine oilman’ın çok taşak geçerek karşılık vermesiydi.


Peder eli’nin oilman ile yüzyüze konuşmak için yanına gittiği sahne filmimizin en güzel sahnelerinden biridir ve kült sahneler arasına girmiştir ama daha en iyi iki sahneyi söylemedim. Bu sahnemizi ilk izlediğimizde kavganın bu boyuta gelebileceğini hiç ama hiç düşünmüyorduk. Bu ikisinin anlaşıp salak halkı kullanıp zengin olmasını beklerken çok duygulu ve hırslı olan oilman her şeyi bozarak herkesin önünde peder elinin ağzına sıçar, izleyelim. Tüm bunlar olurken de arka fonda yine harika bir müzik olan “arvo part’ın fratres for cello and piano”su çalar. Bu klasik müziğin cuk diye oturduğu görüşündeyim. Şimdi skor 2-0 oldu. Oilman o kadar duygularına hakim değildir ki standart oil’in ajanlarıyla konuşurken nasıl köpürdüğünü hep beraber gördük. Eğer siz de bu aileye gıcıksanız siktirip gidin siz de onlara boğazınızı keserim diye tehditlerde bulunun madem öyle. 


Oilman, Standart oil’in köpeği olmak istememektedir ama demiryollarının da onlara ait olmasından başka bir çözüm bulmalıdır. Bunu da arazilerden borular geçirerek ve denize ulaştırıp "birleşik petrol" ile bağlantı sağlayarak başaracaktır ancak bunun için bir tarla sahibiyle daha anlaşmalıdır. Bu tarla sahibinin de tek bir isteği vardır o da oilman’ın günahlarından ötürü kiliseye gidip af dilemesi ve tekrar vaftiz olmasıdır. Tabii ilgili kilisenin de görevlisi peder eli’dir. Burada eli, öyle bir intikam alır ki inanın bu sahneyi izlemeye doyamıyorum ve favori kült sahnelerimden biri de tabii ki bu peder eli’nin oilman’i dövmesi ve ele güne rezil etmesidir, izleyelim. “say hello to my little friend” benim için ne kadar özel ise bu sahne de o kadar özel ve güzeldir. Şimdi durum 2-1 olmuştur ama oilman’in bu kadar canavarca ayinde yer alması peder eli’yi bir hayli şaşırtmıştır. Vaftiz suyu başından boşalınca yaptığı inanılmaz arınış simgeleyen hareketin sonunda “ucunda boru hattı var” demesi her şeyi ama her şeyi özetlemektedir.


Daha önceden de bahsettiğim gibi aslında oilman değil de standart oil olsaydı o halk, peder eli yönetiminde ayinden ayine uçacak ve borular da topraklarından geçecekti ve biz bu sahte din ile baronların ilişkisini bilemeyecektik, biz dediğim de bildiğin halk işte. Ama oilman türünün tek örneğidir, o yüzden tüm bu gizli kapakları, oyunları görebiliyoruz. Gerçekten de iki kötünün mücadele ettiği dünya çok acayip olurdu. Yani banka ailesiyle petrol ailesinin kavga ettiği bir dünya gerçekten inanılmaz olurdu ama olmadığı ve tüm bunlar güçlerini birleştirdiği için dünya bu halde ve her yerde kan var. Filmin adı da bu yüzden kan akacaktır, ileride petrol ile sahte din aynı çatı altında buluştuğunda çok masumun kanı akacak deniyor ve doğrudur, akmıştır da, muhtemelen akacaktır da.


Filmin sonuna geldiğimizde oilman daha da güçlenmiş ama daha da yalnızlaşmıştır. Niçe’nin de dediği gibi başarının sonu yalnızlık olmuş ve psikolojik bunalımlar baş göstermiştir. Bu en son sahnede aradan yıllar geçmesine rağmen peder eli ve oilman tekrar karşılaşırlar ve filmdeki en güzel sahne cereyan eder. Bu sahneyi izledikten sonra öyle herkesin oyuncu olmaması gerektiğini anlıyoruz ve bu sahne de benim favori kült sahnelerimden biridir. Michael Carleone’nin İtalyan restoranda düşmanlarını öldürdüğü sahne ne kadar kült ise bu sahne de o kadar karizmatik ve tekrarı imkansızdır. Buradaki açgözlülüğün tasvirini başka bir yerde göremeyiz. Kocaman eşek kadar adam olmuş olan oilman daha da zengin ve güçlü olmasına rağmen peder eli’den deliler gibi nefret etmektedir ve pederin bardağından meyveli sütünü içme canlandırması tarif edilemez. Drenaj demesi yok mu, incredibile, izleyelim. Bu sahneyi mutlaka ayda bir izlemeliyim, hani orgazm olmak diye bir tabir var ya öyle işte, film izlerken orgazm olunur mu derseniz bu sahnede olunur. Burada oilman pedere iki gol birden atmıştır. ilk golü de hatırlamakta fayda var, izleyelim.


Yazının sonunda hafif bir özet geçecek olursak oilman’ın hatası, peder eli’yi son golleri de katarsak 4-1 yenmesi ve öldürmesidir. Onu öldürmemeli ve sürekli kullanmalıydı. Eğer aynı savaşın içinde standart oil olsaydı peder eli’yi paraya boğarlardı ve farkına varılmadan durum 300-0 olurdu. Ve bir diğer oilman hatası da tek başına kalakalmak olmuştur. Aile kültürünü oturtamamıştır bu yüzden de aramızdan ayrılıp gitmiştir.







There Will Be Blood film eleştirisi