imdb
“Persona” filmi
favorilerimden ve favori yönetmenlerimden Ingmar Bergman tarafından çekilmiş. İleride
Bergman’ın diğer filmlerine ya da yaşamına dair yazılar yazmayı düşünüyorum. Filmin
başrollerinde pek çok Bergman filminde olduğu gibi Bibi Anderson, Lİv Ullmann
ve Gunnar Björnstrand yer alıyor.
1964 güzünde Kraliyet Dram
Tiyatrosu’na dönen Bergman o yıl iki büyük başarı yakalar. Gertrud Fridh’in
oynadığı Ibsen’in Hedda Gabler’ini ve Moliere’in Don Juan’ını yönetir. Ne var
ki hem tiyatronun içinde, hem de dışarıda karşıt bir eylem oluşur. Sezonun sonuna
doğru Örebro kentinde yeni bir tiyatronun açılış törenine katılmakla yükümlü
topluluk korkunç bir yolculuk yapar. İnsanlar ölür ya da ciddi hastalanırlar. Bergman,
çok yüksek ateşle bu yolculuğa çıkar ve iki yanlı zatürre ve yoğun bir
penisilin tedavisiyle yolculuğu tamamlar. Doğru dürüst bir bakım görmek için
Sohiahemmet Kraliyet Hastanesi’ne yatırılır. Bergman, yaratıcılığını köreltmemek
için Persona’yı orada yazmaya başlar.
Bergman, hastanedeki zorlu dönemlerinde Persona’nın alt yapısını oluşturur, bu esnada gördüğü resimler ve yanılsamalar onu çok etkiler. Yoğun bir tempoyla hastanede film için çalışmaya başlar. Kendisini ne kadar sıktığını şöyle anlatıyor: “saat yedi buçukta öteki hastalarla birlikte sabah kahvaltısı, ardından hemen kalkıp bir sabah yürüyüşü; sözü edilen süre içinde gazete ve dergi yok; tiyatroyla bağlantı yok; mektup, telgraf ve telefon kabulü yok; son savaşın hızla yaklaştığını hissediyorum. Bunu daha fazla ertelememeliyim. Bir tür aydınlığa kavuşmalıyım. Yoksa Bergman’ın cehenneme gideceği kesindir.”
Yukarıdaki satırlarda
krizin derinleştiği açıktır. Aynı komutları daha sonra vergi olayının
üstesinden gelmeye çalışırken de kendisine uygular. Yapılandırmalarını unutan
Bergman, bir daha son güne devlet işi bırakmayacağına dair kendisine söz verir. Bu krizden Persona doğdu ve büyüdü;
“Bir oyuncu oldu. Ona bu
lüks verilebilir miydi? Sonra sustu. Dikkate değer bir şey yok. Birinci sahneye
doktorun Hemşire Alma’ya durumu açıklamasıyla başlamam gerekecek. Bu ilk sahne
çok önemli. Hasta ve bakıcısı yakınlık kurarlar, et ve sinir gibi birleşirler,
ancak hasta konuşmayı reddetmektedir. Aslında yalan söylemek istemez.”
Persona’nın ilk
notlarında bazı sebeplerden filmde kullanılmayan şeyler yazılı. Nişanlısı Alma’yı
görmeye geldiği zaman, Alma ilk kez onun nasıl konuştuğunu duyar. Kendisine nasıl
dokunduğunu not eder. Korkar, çünkü nişanlısının rol yapıyormuş gibi
davrandığını anlamıştır. Acı çektiğimiz anlarda kendinizi kötü hissedersiniz ve
artık rol yapmazsınız.
Bergman’ın yaşamının
aşırı çetin bir dönemiydi. Benliğinin üzerinde belki de varlığının, bir tehdit
sallanıyormuş duygusuna kapıldığını söylüyordu; “insan bunu bir iç oluşuma
dönüştürebilir miydi? Bir başka deyişle aynı ruhun ‘concerto grosso’su içinde
farklı içseslerin kompozisyonu anlatılabilir miydi? Yine de zaman ve mekan
öğeleri ikincil önemde olmalıydı. Bir saniye uzun bir zaman dilimine
esneyebilmeli, açık seçik bir bağlantı olmaksızın birkaç satırın içine
sığabilmeliydi.” Bu sorun filmin tamamında çok açıktır. Oyuncular hiç geçiş
yapmaksızın boşlukta kayıyormuşçasına odalara girip çıkarlar. Uygun olduğu
zaman bu görüntü uzatılıp kısaltılır. Zaman kavramı askıya alınır. Bunu Bergman’ın
çocukluğuna ilişkin bir not izler;
"Yıkanmış beyaz bir
film şeridi düşlüyorum. Projeksiyon makinesinden sözcükler yavaş yavaş geliyor.
Belki de sözcüklerin imgeleri ses bandıyla birlikte dönüyor. Tam aradığım resim
usul usul görme alanımın içine giriyor. Tüm bu beyazlığın içinde belli belirsiz
seçilebilen bir yüz. Bu, Alma’nın yüzü, Bayan Vogler’in yüzü."
Alma kendisini tanımayı
öğreniyor. Hemşire Alma, Bayan Vogler kanalıyla kendisini tanımak için yola
çıkıyor. Alma, yaşamına ilişkin uzun, beylik bir öykü anlatıyor. Evli bir
erkeğe duyduğu büyük aşkı, çocuk aldırttığını, gerçek anlamda sevmediği Henrik’i
ve yataktaki düş kırıklığını dile getiriyor. Biraz şarap içip kendini bırakıyor,
ağlamaya başlıyor ve Bayan Vogler’in kolları arasında hıçkırıklara boğuluyor. Bayan
Vogler’in içi sevecenlikle doluyor. Sahne sabahtan öğlene, akşamüzerine ve
sabaha dek sürüyor ve Alma giderek Bayan Vogler’e daha çok bağlanıyor.
Bayan Vogler karakteri
doğruyu özlüyor. Her yerde doğruyu aramış, kimi zaman tutunacak bir şey bulmuş
gibi oluyor. Ancak bastığı yer, ansızın ayaklarının altından kaymış ve gerçek
eriyip yok olmuş. En kötü durum ise doğrunun yalana dönüşüvermesi. Vogler’in yaşadığı
zaman gereği “sosyal medya” ile haşır neşir olamayışı onu intihardan kurtarmış
olabilir. Şu durumda sadece kimlik bunalımına girer. Bayan Vogler insan
kaynaklı sebeplerden ötürü siyaha siyah diyememekten bıkmıştır ve erdemli olsa
gerek bunun cezasını sadece kendisine verir. Takdire şayandır ki özüne
varamayışı onu zedeler.
Geçenlerde bir çift
gördüm, adamı tanıyorum, kibar bir adam çocukları felan hani beyaz Türk dersin
görünce o derece. Eşini o ilk gördüğümde baya şaşırmıştım. Kadın genç ama
saçlar bembeyaz yani böyle beyazdan az siyah var diyelim. Gözümü alamadım bir
an. Nedense içimden acaba niye boyatmıyor saçlarını diye geçirmiş olmam lazım. Sonradan
takdir ettim kendisini. Ben buyum diyordu. Değiştirmemiş kendisini, kendisiyle
barışık. Yaşarken, sosyalleşirken dikkat etmek özenmek ayrı, başkasıymış gibi
davranmak ayrı. Kabul etmesek de bu yoruyor insanı. Çoktandır kişisel bir
sosyal platformum yok. Oradaki karakterimi beslemek için uğraşmıyorum.
En sevdiğin film ne
diye sorulursa "Tosun Paşa" dersem neler olur diye düşünür beyin ve gerçekten
yorar bizi. Bu soruyu kendime çok sormuştum en sevdiğim filmler hangileri diye,
araya eski püskü film sıkıştıramadan duramadım ilk önceleri, ya iyi de onlar benim
en sevdiğim filmler değil. Söylüyorum çekinmeden en sevdiklerimi, belki karşı
taraf nazarındaki değerimiz düşüyor ama yorulmuyorum en azından. Bayan Vogler
ise yorulmuştu, hayattan değil kendisinden, yalancı Vogler’den.
Bunları Vogler’in
ağzından da dinleyelim: “Sonra sesimdeki her iniş çıkışın, ağzımdaki her
sözcüğün bir yalan olduğunu, amacı can sıkıntısı ve boşluğu doldurmak için
oynanan bir oyun olduğunu hissettim. Kendimi umutsuzluk ve çöküntüden
koruyabilmenin tek yolu vardı: susmak, suskunluğun ardındaki saydamlığa ulaşmak
ya da hiç değilse benim için hala geçerli olan kaynakları biriktirmek.” Bayan
Vogler’in güncesinin burasında Persona’nın özü yatar.
Alma, uyurken ya da
uyumak üzereyken odanın içinde birisi hareket ediyormuş gibi oluyor, odaya sis
dolmuş ve Alma’yı uyuşturmuş gibi oluyor. Kozmik bir kaygı onu boğuyormuş gibi
oluyor. Kusmak için yataktan kalkıyor, ama kusamıyor, yatağına dönüyor. Bu sırada
Bayan Vogler’in kapısının açık olduğunu görüyor, odaya giriyor ve Bayan Vogler’i
kendinden geçmiş buluyor. Ölmüş gibi. Korkuyor. Telefona sarılıyor. Sinyal yok.
Şeytanca bir bakışla ölü kadına dönüyor ve bir kişilik değiş tokuşu yaşıyorlar.
Alma, saçma denecek ölçüde bölük pörçük bir şiddetle öteki kadının ruh durumunu
yaşıyor ve o anda, artık Alma olan ve onun sesiyle konuşan Bayan Vogler’le
karşılaşıyor. Yüz yüze oturuyorlar. Sürekli değişen ses tonları ve hareketlerle
konuşuyorlar, birbirlerini aşağılıyorlar, işkence ediyorlar, canlarını
yakıyorlar, gülüyorlar, oynuyorlar. Bu bir ayna sahnesidir.
Bu karşılaşma çifte bir
monologdur. Bir başka deyişle monolog iki yönden gelir. İlkin Bayan Elisabet
Vogler’den, sonra Hemşire Alma’dan. Bu sahne için hoş bir anekdot var Bergman’dan;
“Başlangıçta Sven
Nykvist’le, iki oyuncu, Liv Ullmann ve Bibi Anderson’u aydınlatacak klasik bir
ışık düzeni tasarlamıştık. Olmadı. İkisinin de yüzlerini karanlıkta bırakmaya
karar verdik. Yumuşatıcı yardımcı ışığı bile kullanmayacaktık. Bu noktadan
sonrası doğal bir gelişmeydi ve monoloğun son bölümünde birer yarısı
aydınlatılmış iki yüz, birleşip tek yüz olsun diye havada yüzermişçesine
bırakılmıştı. Pek çok insanın yüzünün iyi yüz denen bir yarısı öteki yarıdan
daha çekicidir. Liv ve Bibi’nin tek yanı aydınlatılmış yüz imgelerini
birleştirdiğimizde, ikisinin de yüzlerinin çirkin yarıları gösterilmişti.”
“Benim sanatım
eriyemez, dönüşemez ya da unutamaz, örnekse fotoğraftaki elleri havada
çocuk ya da inancını kanıtlamak için kendini ateşe atan adam” diyordu Bergman
ve bunu Bayan Vogler’de o kadar güzel resmetmişti ki filmin kesif noktalarından
biri olmuştu (hastanede Vogler'in çocuğa ve rahibe verdiği tepkiler). Yalan üzerine ya da gösteriş diyelim, kurulu bir hayatı
sorgulayan ve hastaneye getirilen Vogler, inancı uğruna kendini yakabilen adamı
görünce çileden çıkmıştı. En’lerini bile söyleyemeyen kişiliklere karşın kendini
yakabilen adam. Thich Quang Duc, 1963’te kendini yaktı çok da acı çekti o an
belli ki, biz çekmiyoruz o kadar acıyı şu an yalan dünyamızda ama bence
kişiliğimiz yoruluyor. Size de oluyor mu bilmem ama çoğu kişinin kafayı
yediğini düşünüyorum artık. Yanlarında taşıdıkları maskeler ve karakterler var, yerine göre uygun karakter, persona. Bayan Vogler’in
maskelerinin yol açtığı dram “black mirror”ın özündeki
hikayeye ne kadar da yakın. Persona daha önceden enfes bir dille anlatmış tabi. İki eseri de favorilere alıp, izletmeliyiz.
Hemşire Alma dertleşti,
açtı içini döktü, tüm günahlarını serdi ortaya, biraz rahatladı ve iyi kötü eski
hayatına kaldığı yerden devam edebilir. Peki Bayan Vogler, evine, işine, ailesine
nasıl bir dönüş yapacak? Yoksa bu iki benlik tek bir kişide mi birleşti? Bayan Vogler’in
kendisi de Alma’da vücut bularak mı çıktılar oradan? Alma’nın nispeten daha
dobra yaşayıp davrandığını gören Vogler, huzura erebildi mi? Vogler kendisini değiştirme
fikrini Alma sayesinde mi güçlendirdi yoksa Alma yüzünden mi vazgeçti? Bergman,
emin olun bunu bize bırakıyor.
Vogler, iyileşmeye
çabalarken bile Hemşire Alma’yı kırabiliyor yazdığı mektupla. Bu sahneyi çok
beğenmiştim. Alma’nın kişiliğinin gülünç ama acımasız bir portresini çizmişti
yazdığı mektupta. Vogler, kendini beğenen birisi ve tam da onun yağacağı şeyi
yaptı mektubunda. Kolay kolay iyileşemeyeceğini kendisi de anlamış oldu
mektubun Alma’daki izlerini görünce. Bayan Vogler’i Vogler yapan hayat, Hemşire
Alma’yı da Alma yapmıştı. İki benlik iyi yanlarını birleştirebilirler mi yoksa
bu müdahaleye kapalı mı bilemiyoruz. Bildiğimiz tek şey Persona’nın 1965’ten
sonra pek çok yönetmeni ve filmi etkilemiş olması. İmdb'de etkilediği eserleri aşağıdaki linkten görebilirsiniz.
Ve bir de
karşılaştırmalı video.
Persona film eleştirisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder