imdb
“The treasure of the Sierra
madre” filmini usta yönetmenlerden John Huston yönetmiş, filmin senaryosu ise
B. Traven takma adlı hakkında fazla bilginin bulunmadığı bir yazara ait. B. Traven'e de biraz değinmek lazım zira kütüphanemde eserleri olan bir adam, birinci dünya savaşının hemen ardından Almanya'da vatan haini suçlamasıyla tutuklanıp ölüme mahkum edilmek üzereyken son anda kaçıp kurtulur. Daha sonra Meksika'ya giden ve adını gizli tutarak yıllarca yerli halkın yaşantısını yansıtan öykü ve romanlar yazan Traven'in oradaki ilk yıllarında kaleme aldığı öyküler Almanya'da dergi ve gazetelerde yayınlandıktan sonra kitap haline gelmiştir. Altına hücum (bizim film), asılmışların ayaklanması ve araba gibi romanlarında devrim öncesi Meksika'da yaşayan yoksul yerlilerin yaşamını anlatan Traven'in bu eserleriyle beraber Dinamit isimli çok beğendiğim ufak hikayelerden oluşan kitabını da tavsiye ederim bunlardan başka köprü, kanlı oyun, hükümet, gece ziyaretçisi ve pamuk işçileri de çok tutulan eserlerinden. Yazar çoğunlukla Meksika ve yöresinden yararlanmış, dönemin gerçekçi bir panoramasını sunmuştur biz okuyuculara, geleneğe bağlı, cehalet ve çaresizlik içinde kıvranan bir halkın kara mizah öyküleri, yazarın romantik halk yakınlığıyla birleşince ortaya bir solukta okunacak hayat mozaikleri çıkıyor ki filmimizde de bunun izleri görülüyor. Bu arada yazarımız Meksika'da öldüğünde külleri Sierra Madre Dağı'nın eteklerine dökülür.
Düşündükçe insanın canı
sıkılıyor, tüm dünya savaş sonu on yıllarca kendine gelememişken, etrafta bomba
ve katliam izleri kalmışken ki o sıralar ülkemiz çok daha beterdi, warner bros
film çekiyor, çekebiliyor, elin gavuruna daha fazla kompliman yapmayalım da
filme dönelim bari, filmimizin başrollerinde çok usta oyunculardan Humphrey
Bogart, Tim Holt ve Walter Huston yer almakta, fark ettiğiniz üzere yönetmen
ile oyuncu huston akrabadır, oyuncu walter huston yönetmenimiz john huston’un
babasıdır ve bu filmde ikisi de oskar alabilmişlerdir, 1985 yapımı Prizzi’s
Honor isimli orta kalitedeki filmin de yönetmeni olan john huston; bu sefer de
kızına oskar kazandırmıştı. Bunu yapabilen kaç aile var bilmiyorum. Ayrıca filmdeki beyaz takım elbiseli turist de John Huston'dan başkası değildir, incredibile...
“Hırs; doymak bilmeyen
bir canavardır” diyor Brachvogel, bir atasözümüz de şöyle diyordu: “hırs gelir,
göz kızarır, hırs gider yüz kızarır”. Tahmin edeceğiniz üzere filmimizin
muhtevası hırs ve insan ilişkileridir. Filmin başında Dobbs isimli bir gringo’nun
acınası halini görürüz, kıyafetleri cingan kıyafeti edasında, yiyecek tek bir
pezosu yok, olabildiğince görgüsüz ve salak bir o kadar da uçkuru büyük aynı
zamanda da itin teki, amına koduğumun fakir orospu çocuğu, işte bu karaktersiz
adam Meksika gibi karnı tok olanın zenginden sayıldığı eşekler memleketinde takılmaktayken bir gün yaşlı bir kurta denk gelir ve altın işine girmeye karar
verirler, yanlarında da biraz daha efendiye benzeyen başka bir fakir vardır.
Yaşlı adam bunlara
altın işinin sakat olduğunu ve belli bir noktadan sonra doyumsuzluğun
başlayacağını söyler, bizim fakirler ise hiç oralı değillerdir, bize 5 bin dolar
yeter derler, altının ve çok paranın insanın kişiliğini bozamayacağını ihtiyara
söylerler derken altın avı için yola koyulurlar, kısa süre sonunda altın yatağını
bulurlar ve altın tozlarını toplamaya başlarlar, bu film sayesinde altının
nasıl çıkartılacağını da öğrenmiş olacaksınız bebeler, zannedildiği gibi
toprağın altında cumhuriyet altınları olmuyor bir sürü işlemden geçmesi
gerekiyor ki filmde görebileceksiniz. "Gold Rush" dizisine de başlayın artık lo. Üç kişiye kişi başı 25 bin dolar
düştükten sonra yaşlı adam hadi gidelim bu para hepimize yeter diyecek ama
pislik dobbs bu teklifi reddedecektir. İnsanlar ikiye ayrılır iyiler ve kötüler
diye (sevdiğim yerli komedilerden vavien'deki bi replik). Bu dobbs, pislik
olanların mahallesinde belediyede görev alacak kadar kötüdür, bu piç 100 bin dolarlardan
bahsetmektedir, halbuki yaşlıyla ilk tanışmalarında yerin altında 500 bin dolar
bile olsa birazını alıp gideriz diyordu, aslında burada adamın suçu yok çünkü
içindeki canavar, salak beynini o kadar güzel manipüle edebiliyor ki filmin
sonlarına doğru canavar her şeyi mahvedecektir.
Benzer olayları illaki
de altın avlarında görmüyoruz, bilgi yarışmalarımızı düşünün adam 15 bini
alayım tatile çıkacam diyor sonra 125 bine geldiğinde de 1 milyonla çok şeyler
yapılabilir diyor, şimdi bunu sakin bir kafayla açıklayamayız, insan işte hem
nankör hem de cahil. Umut fakirin ekmeğidir derler ya, belki de şu topraklarda
söylenmiş en güzel ve doğru sözlerden, insanımızın çoğu 5 lirayla 10 bin
liralık kuponlar yapıp hayal aleminde yaşıyorlar sonra o kazandıklarını 1-2
maça basıp piç gibi kalan pek çok gerçek kişilik var, her şey insanoğlunun
psikolojisinden mütevellit.
Dobbs’a küfür ederken
humphrey bogart’a da hayran olmamak elde değil, yani resmen inanılmaz bir
oyunculuk, gerçek bir amele böyle olurdu, müthiş bir performans hatta
casablanca’dakinden bile daha güzel bir oyunculuk olduğunu söyleyebilirim,
ilerde bogart’ın casablanca başta olmak üzere birkaç filmine daha değinmeyi
düşünüyorum ki casablanca aklıma geldi yine, müthiş bir başyapıttı.
Hırs, açgözlülük ve insanoğlunun doğasıyla ilgili bir film önerisi isteyen olursa verebileceğim en güzel
tavsiye bu filmdir, ders olarak okutulabilir.
The Treasure of the Sierra Madre film eleştirisi