İsolde’nin sihirli iksiri içmesinin üzerinden günler
geçmişti ve artık Tristan ile İsolde efsanelere konu olmayı hak eden bir aşkın
başrol oyuncuları olmuşlardı. Kral Marke ise İsolde ile evlenmeliydi ama
duyduğu dedikodular onu çıldırtıyordu. Kral bir keresinde bu iki aşığı sınamış
ve İsolde’nin durumu fark etmesiyle çiftimiz ucuz yırtmıştı ama ulu orta olmasa
da ormanın gizemli yerlerinde buluşan çiftimiz tekrar dedikodulara konu olunca
kral artık dayanamaz ve bu ikisini sürgüne yollar. Çiftimiz ise bir daha
buluşamaz ve aşklarını olduramazlar. Kral üzgün, Tristan üzgün, İsolde
ağlıyordu ama yapacak bir şey yok olan olmuş bu acıklı hikaye, efsaneleşebilmek
için bu şekilde bitecekti. Alper’in hikayesi acaba nasıl bitecekti. Okurken
rahatlayacak mıydık yoksa mutsuzluğun habercileri görünecek miydi? Peki iyi son
neydi? Acı son nasıl bir şeydi? Tamamen göreceli olan durumlar için başkaları
adına üzülmek çok saçma değil mi? Zavallı Tristan mı İsolde mi Kral Karke mi,
hangisine üzüleceğini bilemeyen Alper, Wagner’in o Rönesans dönemi Da Vinci
eserlerine kafa tutan eseri Tristan ve İsolde’yi dinlerken bu üçü arasında
gidip geliyordu.
Alper ne zaman sinirlense kendine hakim olabilmek,
düşüncelerini sakinleştirebilmek için bu 4 saatlik başyapıtı dinlerdi. Giriş bölümünde
kalbi hızlı hızlı çarpardı Alper’in. Godfather’ın don’ların toplantısı sonunda “Hain
Barzini” deyip arabada sinir krizine girmesi gibi Alper de bazı isimleri
sayıklıyor adeta sinir krizlerine giriyordu. Çok yalnızdı Alper, muhtemelen
yanındaki sözde arkadaşlar kendi yollarına gidivermişlerdi. Alper kendinden
geçiyor müzikle beraber coşuyordu. Kendi acınası durumunu bazen unutur ama bu
sefer de kendine yapılanları unutamayıp krizlere girerdi. Bazen sinirden
ağladığı bile oluyordu. Alper ya sinirliydi ya da üzgün. Ama basit bir insan
değildi. Herkesin onu yalnız bırakmasına, maalesef karısının bile, aldırmayıp
mücadelesine devam edecekti. Bu mücadele belki geçim olacaktı, belki sinir
krizlerinden bir gün kurtulup o zavallı isimleri sayıklamamak olacaktı, belki
de yalnızlığın verdiği saf düşünce ortamında hayallerine tek başına
ulaşabilecekti. İyi ki varsın Wagner diyordu Alper. 4 saatin ardından hayalinde
pek çok kavga, dövüş belki söyleyemediği küfürleri savurmuştu zamanında yanında
olanlara, belki biraz kendine kızmıştı, biraz Mustafa’yı düşünmüştü, biraz eski
işi olan turşuları. İlk hangi namussuz turşu yapmıştı, evet kafası bulanmaya
başladı Alper’in ve Wagner’e veda etti.
Alper ekmek almaya sokağa çıktı. En son dinlediği
rap parçası aklındaydı, bu hızlı yürümesini sağlıyordu, vakit nakittir. Ama ortada
bir nakit yok bolca da vakit var. Keşke elimizdeki fazla vakitleri verip para
alabilseydik, belki canımız sıkılmaz zaman geçsin diye boş boş yatmazdık hiç. Herkesin
ama herkesin canı sıkılıyor ama hiçbirimiz ölmek istemiyoruz. Alper’in yine
kafası bulanıklaştı. İlerde Muhtar Ekrem’i gördü. Aa Ekrem hocam nasılsınız
demeye kalmadan Muhtar Ekrem uzun pardösüsü ve güneş gözlükleriyle Alper’e
doğru dönüverdi. İkisi kırmızı ışıklardaydılar. Muhtar Ekrem ellerini sırtında
birleştirmiş hiç konuşmadan yolun karşısına bakıyordu. Alper’in zaten canı
sıkkındı. Ne yapıyorsun amına koduğumun adamı diyecekti ki yeşil ışık yandı ve
yayalar yürümeye başladılar. Hem niye yeşil ışığın yanmasını beklemişlerdi sanki
çok gerekli bir kuraldı Alper’in mahallesinde. Muhtar bir adım öne geçti ve başladı
anlatmaya. Bu sırada yolun karşısından gelenler hızlı ve sert bir şekilde Alper’e
çarpıyorlardı, muhtar bu duruma hiç aldırış etmeden anlatmaya devam etti; Tüketim
toplumu bizim inşa ettiğimiz bir sistem, Alper. Bu sistem bizim düşmanımız. Bu sistemin
içine girdiğinde ne görüyorsun? İş adamları, öğretmenler, avukatlar, bakkallar
ve memurlar. Bu insanlar bizim kurtarmak zorunda olduğumuz kişiler, biz onları
kurtarana kadar onlar düşmanlarımız. Anlamalısın Alper, bazıları gerçeği
bilecek kadar hazır değiller. Paralel sokakta ise bir araba bu ikisine eşlik
ediyordu. Arka fonda çalan müzik bu arabadan geliyordu. Muhtarın özel isteği
idi bu. Arka fon olmadan felsefe yapılamayacağına kanaat getirmişti. Arabanın içinde
93/4 Cemalettin vardı. Muhtarın isteği üzerine “clubbed to death“ çalıyordu. Alper
öğretileri şakır şakır kapıyordu. Muhtar ise hiç istifini bozmuyordu. Yoldan gelip
geçenler neden sadece Alper’e çarpıyorlardı. Hay aksi. Muhtar devam etti; memur
Adem’e bak mesela Alper. Uzun bir süre atanamayınca morali bozuk bir şekilde
nice bayramlar ve tatiller atlattı. Psikolojisi bozulacaktı az daha, kimseyle
konuşmuyor ülkenin nasıl da yozlaştığını her mecliste anlatıyordu.
Sonra bir gün bir ışık belirdi ve atandı. Artık sabit
ve düzenli bir maaşı vardı. Yavaş yavaş rahata ermeye başladı. Maaşı aldıktan
sonraki ilk bayramda tüm rehbere bayramı kutlayan mesajlar yağdırdı. Öyle içten
ve yoğun bir bayram kutladı ki az daha tüm İslam alemi rahata erip dünya
denilen rüya sona erecekti. Ülkenin derdi de artık başkalarını
gerecekti. Galiba Adem'in karısı da memur gibi birşeydi neyse hem bu hikayede hem de başka bir hikayede Adem'in karısının hiç bir önemi yok, kredilerin bir miktarını ödüyor sadece. Adem önce
araba aldı sonra biriktirdi biriktirdi ve ev için kredi çekti. Evini aldığı
günün gecesinde mutfaktan bir ses duydu. Memur olduğu gün gördüğü ışığın bir
benzeri mutfaktan yansıyordu. Sanki Sirius-A yeni evinin tepesinde
parıldıyordu. Korkarak mutfağa girdi Adem, can havli de olsa memur kafasıdır
eliyle damacananın ucunu kontrol etti. Plastik kapak kapalıydı. Pezevenk’in
derdi büyük. Mutfağın penceresinden balkona girdiğinde bir uzay aracının hemen
karşısında olduğunu gördü. Gelen araç Gregor gezegeninden komutan Mulbar’ın
gemisiydi. Mulbar seçilmiş bu zat’a bir mesaj getirmişti. Cümleleri tam
anlayamayan adem Mulbar’ın konuştuğu dilin Klingon diline yakın olabileceğini
düşündü. Hiç korkmuyordu Adem çünkü dünyaya gelme amacını bulmuş ve gerçeğe
ulaşmıştı. Evini almıştı. Uzay aracı yavaşça ortadan kayboldu. Adem arabasını da
görüyordu bu sırada. İşe girmiş, önündeki 38 yıl ne yapacağını belli etmiş ve
evini almıştı. Kainatın sırrı buydu ve ödülünü almıştı. Bol teşekkürlü cümleler
duyduğuna emindi. Bu dünya ne kadar kolay bir yermiş böyle diyordu Adem. Sherman’ın
gezegenine gidebilse keşke, bu dünyadaki sınavı bitmişti galiba. Adem gitti,
tekrar yattı yatağına, sabah 7:45’te servise binmeliydi zira.
Muhtar, Adem’in hikayesini anlattığında gerçekten de
bazı kişilerin kurtarılamayacak olduğuna inanmıştı Alper. Acaba uzaylılar ne demişti
Adem’e diye merak etti içinden. Karşıdan bu sefer kırmızılı çok seksi bir bayan
geçti, ister istemez Alper’in gözleri kırmızılı kadına gitti. Muhtar karıya mı
bakıyon lan dedi Alper’e. Alper tövbe ağam gözüm kaymış dedi. Muhtar bi daha
bak bakıyım karıya dedi. Alper sağına döndü ve aman tanrım memur Adem
pijamasıyla karşımızda, elinde tuttuğu iğrençlik silahını Alper’e tutmuştu. Silaha
ateşlerse Alper de zavallı olacak ve garanti bir yaşamın peşinden koşup amaçsız
yaşayan zombilere katılacaktı. Nassı da korktu Alper. İstop ulan istop diye bir
ses geldi muhtardan ve tüm her şey birden durdu. Aman tanrım bir simulasyonun
içinde miydi acaba Alper. Alper, Adem’e baktı o da put gibi donmuştu. Ama hafiften
sırıtıyordu. Muhtar’a bu niye sırıtıyor deyince muhtar sinirlendi Adem’e ve “yavşak
iki dakika dayanamadın de mi” dedi. Artık simülasyon bitmişti, tüm sokak birden
dağıldı Alper de markete yol aldı. Baya bir yürümüşlerdi. Ekmek bitmemiştir
inşallah.
Alper’in turşu işi bir faciayla sonuçlanmıştı
biliyorsunuz ve ufak çaplı bir bunalımdaydı. Elindeki paracıklar galiba yakında
bitecekti. Keşke Mustafa olmasaydı o zaman belki daha rahat davranabilirdi. Muhtar’ın
dedikleri aklını meşgul ediyordu. Gerçeğe ulaşmak için ne yapmalıydı acaba. Muhtar
puştu matrix’ten sahneler araklamıştı ve filmi Alper’in izlememiş olabileceğini
nasıl düşünebilirdi. Alper biraz bozulmuştu bu duruma açıkçası. Ama detaylara
dikkat eden muhtara takdirlerini gönderdi içinden. Alper artık parayla beraber
gerçekleri de aramaya başladı. Eğer para bulmak ya da kazandıklarını bir cisme,
şeye dönüştürmek, bunun uğrunda yaşamak kötü veya gereksizse ne yapmalıydı? Başladı
söylemeye Alper: “İlham perilerim, yorgun ellerim ve miskin armağan düşüncemin yanında
bir emanetim bu bedene. Zor, yıllarım bir yetki verdi; etki tepki oldu. Kendimin
hudutlarında bir çiçektim, mordum. Onca tarla doldum. Bir şafaktım, askerin
duvarda yırttığı bir takvim yaprağında. Geri kalan umutlar oldum. İstediğim
yerdeyim. 1-2 dakika verin bu adama konuşamaz. Dilim tutuldu. Aman tanrım rap’in
sırası mı şimdi Alper. Allah rap’in cezasını verdi. İsyankarlık kolaya kaçmaktı
Alper, önce işin felsefesini halletmelisin.
Turşu standının önünden çok gidip geldim. Standın olduğu yerde hüzün hakimdi. Oradan geçtiğimde ağlamaklı olurdum hep. Gözlerim Alper’i arıyordu. Onu görmeli ve uzun uzadıya konuşmalıydım. Ne bileyim belki onunla en yakın arkadaş gibi bir şey olmak istiyordum. Alper’i düşünürken ileride muhtar Ekrem’i gördüm. Uzunca pardösüsü ile beraber simsiyah güneş gözlüğü yine dikkat çekiciydi. Yanına gittim, ikimiz de ışıklarda bekliyorduk. Arkadan “clubbed to death” çalıyordu. Muhtar bana dönüp bir şeyler anlatmaya başladı. Hayır, muhtar yine mi. Çok seviyorsun matrix’i biliyorum ama daha önce de yapmıştık muhtar emmi. Yavşak Adem felan vardı deyince muhtar bi kendine geldi ve siktir git deyip simülasyondakileri alıp ortadan kayboldu. Adem kusura bakma kardeş sana da yavşak dedik ama. Adem: “önemli değil abi muhtar doğruları söylüyor”.
Napolyon Bonapart, büyüyüp Fransa İmparatoru olmuş
fakir bir İtalyan çocuğu. Neredeyse tüm dünyanın imparatoru olacaktı. Belki
"büyümek" yanlış bir ifade olabilir, boyu 1,60'tı sonuçta ama büyük
bir fark yaratmak için büyük bir adam olmaya gerek yok. Napolyon güzel ve uzun boylu
kadınları severdi. Bir seferinde demiş ki, "Savaşta da, aşkta olduğu gibi
işlerin olabilmesi için taraflar birbirlerine yaklaşmalıdırlar." ama Oz'da
yakın alan yoktur bebeğim. Napolyon sürgünde öldüğü zaman doktorlar sikini
kestiler. Sikini süslü bir kutuya koyup rahibine verdiler. Nedenini sormayın. Yıllar
boyunca Napolyon'un siki en fazla parayı verene sürekli satıldı. Bugün, en az
üç kişi Napolyon'un sikinin kendisinde olduğunu söylüyor. Ama gerçek sikin
kimde olduğu mühim değil. Asıl soru şu ki: Diğer iki sik kimlere ait? Alper favori
dizilerinden Oz’u tekrar izlemeye başlamıştı can sıkıntısından. 3. sezon 2. bölümde
Augustus Hill’in söylediklerine yine gözlerini fal taşı gibi yaparak karşılık
vermişti. Bu ne biçim diziydi böyle lan dedi tekrardan. Keşke “rakipler” tatile
girmeseydi. Alper’i ilk gördüğümde bu rakipler midir ne boktur onu izlemeyi
bırakmasını rica edeceğim. Bunu yaparken muhtar Ekrem’e ve simülasyonuna
ihtiyacım olabilir. Alper, Oz’u izlerken insan insana bunları yapar mı lo dedi
ve uykuya daldı.
Alper rüyasında Gregor gezegeninden gelen komutan Mulbar’ı
gördü. Ey yüce Mulbar dedi Alper, memur Adem’e neler söyledin dünyaya indiğinde diye devam etti. Mulbar konuşuyordu ve rüyadan mıdır bilinmez Alper her söyleneni
anlıyordu. Mulbar, galaksinin yol yapım işlerinden sorumlu baş mühendisiydi ve
yapılacak yeni yolun dünyanın üzerinden geçeceğini ve dünyanın iki hafta içinde
yok edileceğini söyledi. Ah ulan muhtar Ekrem iyi ki okumuştu “bir otostopçunun
galaksi rehberi”ni. Şerro muhtar seni. Acaba gerizekalı Adem dünyanın iki hafta
sonra yok edileceğini bilseydi ne yapardı? Vern Schilinger ile Simon Adebisi, Alper’e
kim sahip olacak diye başladılar kavgaya. Ulaaan ecdadınızı sikerim diye
bağırdı Alper ve rüyadan ne rüyası kabustan uyandı. Sikerler öyle rüyayı tövbe
yarabbim. Hemen mutfağa gitti su içmeye. Bardağı damacananın altına
yerleştirdi. Bastı pompaya ama su gelmiyordu. Doğru ya plastik kapağı açmayı
unutmuştu. Evin en önemli şeyi damacananın ucundaki plastik kapaktı amınım. Alper
damacanaya tekme attı ve yatmaya gitti. Yatarken de Oz’a tekrar düşmemek için
birkaç dua okudu hızlı hızlı…