imdb
"Once upon a time in the west" (C'era una volta il West) filmini sergio leon yönetmiş. Daha önce de yazmıştım, bana göre sergio leon gelmiş geçmiş en iyi yönetmenlerden biri. Western filmlerinin de babasıdır. Sergio leon filmlerinde İngilizce yerine İtalyanca diyaloglar duyarız. Filmleri holivıd yapımı olmalarına rağmen filmler İtalyanca'dır. Kendisinin diğer önemli filmlerine de değineceğiz. Başrollerde ise favorilerimden Henry fonda, Charles bronson ve de güzeller güzeli claudia cardinale yer almaktadır. Claudia cardinale, benim aşık olduğum iki aktristen biri; kendisi hanım hanımcık, çok şeker, huyu da güzel kendi de güzel, munis, tatlı, inanılmaz derecede sevimli bir şey. Geç gelmişiz dünyaya. Kendisine 8,5 filmini izlerken aşık olmuştum, daha önceden de filmlerini görmüştüm ama bu filmde neyse. Fellini'nin 8,5 filmine ileride mutlaka ama mutlaka değinirim.
Bu film sergio leon'un muhteşem üçlemesinden sonra yaptığı ilk western filmi. Konusu diğerleriyle aynı mükemmellikte olsa da kamera çekimi ve olayların akışı üçlemeden daha iyi gibidir. Üçleme dediğimiz de "iyi, kötü, çirkin" diye bildiğiniz dıdıdıdıdıııııı dııı dıı dıııı melodilerine sahip olan filmin de içinde olduğu, adsız sarışın kahramanın (clint eastwood) filmleridir.
Filmin ilk sahneleri eğer başka bir filmde olsa küfürü basar kapatırım ama bu filmde inanın izlerken çok zevk alıyorum. O kadar gerçekçi sahneler ki western dünyasındaymışız gibi hissediyoruz. Efsane müzik duyulana kadarki giriş sahneleri gerçekten de sadece sergio leon'un filmlerinde tahammül edebileceğimiz türden. Efsane harmonica müziği ve efsane kovboy tam karizmadır. "The man with harmonica" literatürdeki yerini bu filmle almıştır. Yeşilçamımız da maalesef bu filmden bi 10 tane film çıkartmış, müziklerini kaç 10 tane filmde kullanmıştır bilemiyorum. Kahramanımız western dünyasındaki azılı düşmanını aramak için dedektiflik yapıyor ama sanki sadece elaleme racon kesmek için gelmiştir.
Jill mcbain (claudia cardinale) de evlenmek üzere harmonica'nın geldiği kasabaya gelir ama bu jill'in kocası haydutlar tarafından öldürülünce kendisi dul kalır. Dul dediğimizde fakir fukara değil tren yolunun kıyısında arazi sahibidir kendisi. Burada dikkat çeken bir başka husus da jill'in öldürülen kocasının yaptığı sert babalık, çocuğuna bir tokat atıyor ki ben hayatımda böyle bir şey görmedim; biraz da eskiden Amerika'da aile yapısı sağlamdı imajı çizilmeye çalışılıyor gibi. O ne biçim tokattı öyle. İnsanın dayak yiyesi geliyor.
Filmdeki kötü adam, Henry fonda'nın canlandırdığı frank karakteridir. Bu karakter gelmiş geçmiş en kötü kalpli film karakterlerinden olabilir. Ayrıca çok az oyuncu hem çok iyi insan hem de şerefsiz adam modellerini bu kadar güzel oynayabilmiştir. Hatırlarsanız "12 angry man"de Henry fonda, adamın hasıdır. Henry Fonda'nın diğer güzel filmlerine ileride değineceğiz.
Eski usul amerikan barında yarı iyi yarı kötü karakter cheyenne'yi gördüğümüz sahnede daha önceden duymuş olabileceğiniz bir müzik çalar. Zaten çoğu türk yapımı western filmi de sergio leon'un bi kaç filminden araktır. Bizimkiler senaryoyu çalmakla kalmamış müziklerini de araklamışlardır, çok ayıp. Mesela bizim Tarkan filmlerinin hepsinde kullanılan müziklerin çoğu tek bir eserden arak (dmitri shostakovich 5th symphony moderato) ileride değiniriz. Bu bardaki sahneler ilginç derecede karizmatik bakışların, laf sokuşların olduğu bir sahnedir. Dedik ya bu sahneleri başka bir filmde görmeye tahammül edemeyebiliriz.
Filmdeki bir diğer ilginç nokta da o kadar sıcağın olduğu bir memlekette milletin sarı sarı paltolar, çizmeler ve şapkalarla nasıl dolaşabildikleri. Büyük ihtimal o zamanlar giysi, insanlara kendini güçlü gösterme yollarından biriydi. Şimdi de öyle ama en azından bady mady tişört felan giyen zengin de var. Zaten ben şimdiki amerikan filmlerinde bile havanın sıcaklığını anlayamıyorum. Bi dedektif beliriyor pardesülü elinde kahve sanırsın kar kış, ondan sonra bi belalı niger mahallesine gidiyorlar esmer bırolar çırılçıplak basket oynuyor hakiketen hala anlamış değilim belki de amerikanın havasındandır. Bu western filmlerindeki bir diğer alametifarika da silahlı çatışmanın olmadığı diğer sahnelerin çoğunda illaki birileri bi şey yer ya da içer. İnsanların temizliğe olan hassasiyetleri ve yemeklerin sağlıklı olmaması da göz önüne alındığında bazen tiksinebilirsiniz, tabi bu hiç western izlememiş olanlar için. Ben mesela ne zaman bi western filmi izlesem kesin aralarda bi şey yerim, acıktırır beni.
Dulun evi bir kodamanın hayalleri üzerinde durmaktadır ve frank de bu kodaman için çalışmaktadır, aslında tam da çalışmak denemez söğüşlemek daha doğru, harmonica da frank'ı intikam almak için aradığından bunların yolları sık sık kesişir bir de çeyen vardır ama o çakma polat alemdar havalarında çölde dolaşmaktadır.
Dul oturduğu evin önüne istasyon (kocasının yapmak isteyip de yapamadığı) yapıp parayla kamp ateşi yakmak istemektedir, bu yüzden frank kadına tebelleş olur, bir ara da şey yapar, itoğlu it, felan filan derken olaylar gelişir harmonica da intikamını alır film de mutlu sonla biter ama bizim alışık olduklarımızdan değil.
Film içerdiği oyunculuklar, müzikler, Claudio Cardinale ve ayrıntıların kalitesiyle tam bir başyapıt. Mutlaka izlenilmeli, diğer meşhur western filmlerine de ilerleyen zamanlarda değineceğiz. Claudio, seninle çıkardım ama artık çok yaşlandın, üzgünüm sevişemeyiz, ama olsun belki de bir sinema, çay yapıp eski filmlerini konuşabiliriz. Haberini bekliyorum canım.
Once Upon a Time in the West film eleştirisi