18 Eylül 2011 Pazar

Once Upon a Time in the West


imdb

"Once upon a time in the west" (C'era una volta il West) filmini sergio leon yönetmiş. Daha önce de yazmıştım, bana göre sergio leon gelmiş geçmiş en iyi yönetmenlerden biri. Western filmlerinin de babasıdır. Sergio leon filmlerinde İngilizce yerine İtalyanca diyaloglar duyarız. Filmleri holivıd yapımı olmalarına rağmen filmler İtalyanca'dır. Kendisinin diğer önemli filmlerine de değineceğiz. Başrollerde ise favorilerimden Henry fonda, Charles bronson ve de güzeller güzeli claudia cardinale yer almaktadır. Claudia cardinale, benim aşık olduğum iki aktristen biri; kendisi hanım hanımcık, çok şeker, huyu da güzel kendi de güzel, munis, tatlı, inanılmaz derecede sevimli bir şey. Geç gelmişiz dünyaya. Kendisine 8,5 filmini izlerken aşık olmuştum, daha önceden de filmlerini görmüştüm ama bu filmde neyse. Fellini'nin 8,5 filmine ileride mutlaka ama mutlaka değinirim.


Bu film sergio leon'un muhteşem üçlemesinden sonra yaptığı ilk western filmi. Konusu diğerleriyle aynı mükemmellikte olsa da kamera çekimi ve olayların akışı üçlemeden daha iyi gibidir. Üçleme dediğimiz de "iyi, kötü, çirkin" diye bildiğiniz dıdıdıdıdıııııı dııı dıı dıııı melodilerine sahip olan filmin de içinde olduğu, adsız sarışın kahramanın (clint eastwood) filmleridir.


Filmin ilk sahneleri eğer başka bir filmde olsa küfürü basar kapatırım ama bu filmde inanın izlerken çok zevk alıyorum. O kadar gerçekçi sahneler ki western dünyasındaymışız gibi hissediyoruz. Efsane müzik duyulana kadarki giriş sahneleri gerçekten de sadece sergio leon'un filmlerinde tahammül edebileceğimiz türden. Efsane harmonica müziği ve efsane kovboy tam karizmadır. "The man with harmonica" literatürdeki yerini bu filmle almıştır. Yeşilçamımız da maalesef bu filmden bi 10 tane film çıkartmış, müziklerini kaç 10 tane filmde kullanmıştır bilemiyorum. Kahramanımız western dünyasındaki azılı düşmanını aramak için dedektiflik yapıyor ama sanki sadece elaleme racon kesmek için gelmiştir.


Jill mcbain (claudia cardinale) de evlenmek üzere harmonica'nın geldiği kasabaya gelir ama bu jill'in kocası haydutlar tarafından öldürülünce kendisi dul kalır. Dul dediğimizde fakir fukara değil tren yolunun kıyısında arazi sahibidir kendisi. Burada dikkat çeken bir başka husus da jill'in öldürülen kocasının yaptığı sert babalık, çocuğuna bir tokat atıyor ki ben hayatımda böyle bir şey görmedim; biraz da eskiden Amerika'da aile yapısı sağlamdı imajı çizilmeye çalışılıyor gibi. O ne biçim tokattı öyle. İnsanın dayak yiyesi geliyor.


Filmdeki kötü adam, Henry fonda'nın canlandırdığı frank karakteridir. Bu karakter gelmiş geçmiş en kötü kalpli film karakterlerinden olabilir. Ayrıca çok az oyuncu hem çok iyi insan hem de şerefsiz adam modellerini bu kadar güzel oynayabilmiştir. Hatırlarsanız "12 angry man"de Henry fonda, adamın hasıdır. Henry Fonda'nın diğer güzel filmlerine ileride değineceğiz.


Eski usul amerikan barında yarı iyi yarı kötü karakter cheyenne'yi gördüğümüz sahnede daha önceden duymuş olabileceğiniz bir müzik çalar. Zaten çoğu türk yapımı western filmi de sergio leon'un bi kaç filminden araktır. Bizimkiler senaryoyu çalmakla kalmamış müziklerini de araklamışlardır, çok ayıp. Mesela bizim Tarkan filmlerinin hepsinde kullanılan müziklerin çoğu tek bir eserden arak (dmitri shostakovich 5th symphony  moderato) ileride değiniriz. Bu bardaki sahneler ilginç derecede karizmatik bakışların, laf sokuşların olduğu bir sahnedir. Dedik ya bu sahneleri başka bir filmde görmeye tahammül edemeyebiliriz.


Filmdeki bir diğer ilginç nokta da o kadar sıcağın olduğu bir memlekette milletin sarı sarı paltolar, çizmeler ve şapkalarla nasıl dolaşabildikleri. Büyük ihtimal o zamanlar giysi, insanlara kendini güçlü gösterme yollarından biriydi. Şimdi de öyle ama en azından bady mady tişört felan giyen zengin de var. Zaten ben şimdiki amerikan filmlerinde bile havanın sıcaklığını anlayamıyorum. Bi dedektif beliriyor pardesülü elinde kahve sanırsın kar kış, ondan sonra bi belalı niger mahallesine gidiyorlar esmer bırolar çırılçıplak basket oynuyor hakiketen hala anlamış değilim belki de amerikanın havasındandır. Bu western filmlerindeki bir diğer alametifarika da silahlı çatışmanın olmadığı diğer sahnelerin çoğunda illaki birileri bi şey yer ya da içer. İnsanların temizliğe olan hassasiyetleri ve yemeklerin sağlıklı olmaması da göz önüne alındığında bazen tiksinebilirsiniz, tabi bu hiç western izlememiş olanlar için. Ben mesela ne zaman bi western filmi izlesem kesin aralarda bi şey yerim, acıktırır beni.


Dulun evi bir kodamanın hayalleri üzerinde durmaktadır ve frank de bu kodaman için çalışmaktadır, aslında tam da çalışmak denemez söğüşlemek daha doğru, harmonica da frank'ı intikam almak için aradığından bunların yolları sık sık kesişir bir de çeyen vardır ama o çakma polat alemdar havalarında çölde dolaşmaktadır.


Dul oturduğu evin önüne istasyon (kocasının yapmak isteyip de yapamadığı) yapıp parayla kamp ateşi yakmak istemektedir, bu yüzden frank kadına tebelleş olur, bir ara da şey yapar, itoğlu it, felan filan derken olaylar gelişir harmonica da intikamını alır film de mutlu sonla biter ama bizim alışık olduklarımızdan değil.


Film içerdiği oyunculuklar, müzikler, Claudio Cardinale ve ayrıntıların kalitesiyle tam bir başyapıt. Mutlaka izlenilmeli, diğer meşhur western filmlerine de ilerleyen zamanlarda değineceğiz. Claudio, seninle çıkardım ama artık çok yaşlandın, üzgünüm sevişemeyiz, ama olsun belki de bir sinema, çay yapıp eski filmlerini konuşabiliriz. Haberini bekliyorum canım.





Once Upon a Time in the West film eleştirisi

13 Eylül 2011 Salı

Das Experiment


"Das experiment" filmi Almanların en güzel filmlerinden buna rağmen tipik gıcık alman filmlerinin izleri de görülüyor. İşin içinde alman, Fransız varsa konu ne kadar da güzel olsa maalesef filmler sıkıcı olabiliyor. Yüksek maliyetli filmleri bile bağımsız film tadında çekiyorlar. Sonunun iyi bağlanamaması dışında filmimiz çok güzel ama gereksiz detaylar bazen sıkabiliyor. Tüm bunlara rağmen holivid versiyonundan çok daha güzel bir film.


Filmin  ana konusu yapay hapishane ortamında gerçekleştirilen sosyal psikolojik deneydir. Bu ana konu senaristlerin bulduğu bir şey değil. Film 1971 yılında profesör philip zimbardo tarafından Stanford üniversitesinde gerçekleştirilmiş deneyi konu alıyor. 1971 yılında yapılan Stanford Hapishane Deneyinde, herhangi bir sadist eğilime ya da psikolojik rahatsızlığa sahip olmayan sıradan insanların, hapishane gibi katı kuralların ve disiplinin hakim olduğu bir ortama girmeleri durumunda birbirleri ile ne türden ilişkiler geliştirecekleri irdelenmiştir. Ayrıca deneydeki mahkumlar, öğrenciler arasından ücret karşılığında seçilmiştir. Öğrencilerin gerçekten hapishanede olduklarını hissetmeleri için tüm ayrıntılar düşünülmüştür. Aşağıda Stanford Hapishane Deneyinden çekilmiş bazı resimler mevcut;


Öğrencilerin deneyin ilk günlerinde gerçek mahkum gibi karakola felan götürülmeleri ve evlerinden kelepçelerle çıkartılmaları işin ciddiyetini göstermektedir. İlk başlarda öğrenciler bile bu durumun oyundan öteye geçebileceğini düşünmemişlerdi. Bu seçilen 24 öğrencinin hepsi mahkum değildi. Deneklerin yarısı da gardiyan olacaktı. Gardiyan olanlar haliyle daha rahat pozisyonda idiler ve otoriteyi mahkum olan öğrencilere hissettirmeleri gerekmekteydi. Zimbardo, gardiyan olan öğrencileri fiziksel baskı yapmamaları konusunda tembihliyordu ancak psikolojik baskının da ucunu açık bırakıyordu. Deneyi baştan sona kendisi yönetecekti. Profesör zimbardo'nun bu deneyi yapmasında ve ayrıntıları çok güzel hazırlayabilmesinde kendisinin 17 yıl hapiste yatmış olması da etkendir.


Zimbardo'nun deney ortamını gözlemlemesi ve istediği gibi müdahale edebilmesi de başka bi deneye göndermedir: Panoptikon denilen hapishane sisteminin mantığına benzemektedir. Panoptikon ile ilgili filmlere/konulara daha sonra değineceğiz.


Deney başladığında öğrencilerde evcilik oyunu havası varken zamanla işler değişir ve bu durum belirgin bir şekilde gözükmeye başlar. Gardiyan öğrenciler fiziksel olarak müdahale edemiyorlardı ama giydikleri üniformalar onlara bir şeyler yaptırtmak istiyordu. Bunun sonucunda küfürleşmeler ve mahkumları sinirlendirecek hareketler başladı. Mahkum olan öğrenciler bu duruma daha fazla dayanamadılar (ciddi rahatsızlananlar oldu) ve sonunda isyan başlattılar. İsyanı bastırmak için gardiyanlar da önlemler aldılar. Gardiyanlar mesai saatleri bittiğinde evlerine gidebiliyorlardı. İsyanın ardından onlar da mesai saatlerini artırıp daha sert önlemler almaya başladılar.


Gardiyanların aldığı sert kararlar genelde temizlik ile ilgiliydi. Tuvalet ihtiyaçlarını düzgün bir şekilde yapamayan mahkumlar hapishane ortamının da etkisiyle iyice çıldırdılar hatta mahkumlardan bir tanesi ciddi şekilde psikolojik bunalıma girdi ve deneyden çıkartıldı.


Hapishane simülasyonu o kadar gerçekçiydi ki olaylara gerçek polislerin bile müdahale etmesi söz konusu oldu. Deneyin 6. gününde ise artık profesör, öğrencileri ve deneyi kontrol edemez hale geldiğinden deney sonlandırıldı.


İzleyeceğiniz bu alman filminde de, aynı deney bu sefer öğrencilere değil de toplumun çeşitli kesimlerinden seçilen deneklere yapılmıştır. Film, gerçek deneye çok benziyor ama birebir aynısı değil. İki durumda da deneyin başarısı aslında deneyin sağlıklı bir şekilde bitmemesi idi yani beklenti, insanların sapıtmalarını gözlemlemekti. Filmde de farklı bir şekilde deney sonuçlanıyor daha doğrusu bitirilemiyor.


Şartlandırma ile ilgili pek çok deney yapılmıştır. Milgram deneyi de bunlardan biridir. Ayrıca 1963 yapımı aynı isimli romandan sinemaya çevrilen “lord of the flies”da da benzer bir konu vardı; gemilerinin kazaya uğraması sonucu hepsi çocuk olan onlarca kişi adada mahsur kalır ve adadaki çocuklar arasında hiyerarşi ve şiddetli entrikalar cereyan eder lakin kitabı filminden daha güzeldir, ben filmini zar zor bitirmiştim çok sikiciydi, özür diliyorum sıkıcıydı.


Şartlandırma demişken illaki otorite vb. konuların olması gerekmez, işin içinde insan davranışı olduktan sonra her hangi bir konuda veya zevkte şartlandırma yapılabilir. Örneğin biz insanlar kendimizi altının değerli olduğuna küçüklükten şartlandırmışız yani evde kimyasal deney yapıp altının değerli olduğunu bulmadık. Herkes babasından anasından öğrendi. Peki biz bir deney ortamında yeni doğmuş çocukları alsak ve eğitmeye başlasak, desek ki mermer çok değerli, ondan sonra bu deney ortamında büyütülen çocukları Türkiye'ye bıraksak ne olur? 


Şartlandırma ile ilgili bir deneyle yazımızı noktalayalım; bir gün dört adet maymunu bir kafese yerleştirmişler. Zamanla bu maymunlar acıkmış ve huysuzlanmaya başlamışlar. Biraz zaman sonra da kafeslerine muz bırakılmış fakat tam maymunlar muzları alacaklarken deneyin yöneticileri maymunları tazyikli su ile feci şekilde dövmüşler. Maymunlar da pes etmek zorunda kalmışlar. Neyse biraz zaman sonra maymunlar cesaretlerini toplayıp tekrar muzlara gitmişler ve yine dayak yemişler. Artık bizim maymunlar baktık paso dayak yiyoruz muzlara gitmeyelim deyip bi köşeye çekilmişler.


Kısa bir aradan sonra bu maymunlardan birini alıp yerine yeni bir maymun koymuşlar. Bu yeni gelen maymun olaydan bihaber olduğundan muzlara doğru yönelmiş. Tam muzlara yaklaşmışken önceden dayak yemiş olan üç maymun tekrar dayak yememek için bu yeni maymunu bi güzel dövmüşler. Bu yeni gelen maymun da hiç bir şey anlamıyor tabii, dayağını yeyip köşesine çekilmiş. Neyse kısa bir süre sonra eski maymunlardan birini daha çıkartıp yerine yeni bir maymun koymuşlar. Bu yeni maymun da doğal olarak muza yönelmiş ve diğer maymunlar onu da bi güzel dövmüşler. İlk maymunlar tazyikli suyla tekrar dövülmemek için yeni gelene saldırırken değişiklik sonunda içeri alınan ilk maymun sebebini bilmeden sonradan içeri alınan maymuna saldırmaya başlamış. Belli aralarla maymun değişikliği yapılmaya devam edilmiş. Ta ki içeride hiç ıslanan maymun kalmayana kadar. Artık içerdeki dört maymun da ıslanma mevzundan habersizdir. Bundan sonraki değişikliklerde de maymunlar yeni gelen maymunları sebebini bilmeden dövmeye devam etmişler.


Buna benzer olayların pek çoğunu yaşıyoruz, duyuyoruz. Sizlerin de bildiği pek çok farklı efsane vardır ama ana konu ortak: “bir şeye şartlandırılıyoruz veya şartlanıyoruz, sonucunda da anlamsız ritüeller meydana getiriyoruz.” Her şey psikolojinin ve insan/canlı davranışlarının gizeminden mütevellit.



Das Experiment film eleştirisi