31 Mart 2013 Pazar

Pygmalion





“Pygmalion” filmini Anthony Asquith ve Leslie Howard yönetmişler. Senaryo ise aşırı entelektüel ve başarılı insan George Bernard Show’a ait. Kendisi İrlanda’nın ve dünyanın sayılı oyun yazarlarından olan müthiş bir deha. 1914 yılında ilk defa canlandırılan “pygmalion” tiyatro oyunu ile büyük beğeni toplayan bernard show, yıllar sonra bu güzel konuyu sinemalaştırmış ve oskarı da almıştır. Başrollerde ise leslie howard ve wendy hiller yer alıyor. Leslie howard’ı "gone with the wind”; wendy hiller’ı ise “the elephant man” ve “a man for all seasons” ile tanıyoruz. 


“Yaşlandığımız için oyun oynamayı bırakmayız, oyun oynamayı bıraktığımız için yaşlanırız” cümlesini çokça duymuşuzdur. İşte bu manidar, tecrübe kokan cümleyi vakti zamanında berbard show söylemiş. Kendisi hakkında çok fazla bilgim olmamasına rağmen birkaç meşhur sözüyle kendisine hayranlığım artmıştı. Aklımda en çok kalanı ise şu; vakti zamanında pygmalion oyununun galası için Winston Churchill’e davetiye gönderir ve şu notu da ekler: “Davetiye iki kişiliktir. Bir dostunuzu da getirin eğer varsa”. Çok gıcık olduğum tarihi şahsiyetlerden Churchill ise ona aynı zekilikte şöyle der: “Galaya değil ama ikinci oyuna gelirim tabii sahnelenirse”. Churchill her ne kadar dalga geçse de oyun İngiltere’de ve dünya’da büyük yankı uyandırır ve binlerce kez oynanır. 


Bu meşhur konu ise antik yunan’a dayanmaktadır. Eğer bir konunun geçmişi bir şekilde antik yunan’a dayanıyorsa nedeni nedir bilinmez ama başarı yüzde doksan geliyor. Bunu marka isimlerinde de rahatlıkla görebiliyoruz. (nike, yunan mitolojisinde zafer tanrıçasının ismidir) Bir heykeltıraş olan Kıbrıs prensi Pygmalion, ideal kadını temsil eden fildişinden bir heykel yapar ve Galatea adını verir. Galatea o kadar güzeldir ki, Pygmalion ona aşık olur, tanrıça Venüs’e ona hayat vermesi için yalvarır. Venüs onun isteğini kabul ederek Galatea'yı canlandırır; Pygmalion ile insan olan heykeli mutlu bir aşk yaşarlar. Bu orijinal hikayeden esinlenen bernard show da konuyu oyununa uyarlar ve sonra bizim film gelir.


Yıllar sonra filmin remake’i çekilir ve kadın başrolde audrey hepburn olduğundan mıdır nedir bilinmez, film tam sekiz dalda oskar alır ve en önemli klasiklerden sayılır. Bu remake filmin adı ise “my fair lady”dir. Ben de son filmin daha iyi olduğu görüşündeyim ama ilk filmimizin 1938 yılında çekilmesi beni çok etkilemişti. Ayrıca şu ana kadar izlediğim filmlerin hepsini göze aldığımızda en saf, temiz ve akıcı İngiliz aksanlarından birini bu filmde gördüğümü söyleyebilirim. Siz de benim gibi İngiliz aksanını seviyorsanız bu filmi mutlaka bir deneyin.


Daha pek çok benzer film örneği verebiliriz, en modern versiyonlarından biri de başarılı bulduğum oyunculardan paul dano’nun başarılı bulduğum filmi “ruby sparks”tır. Bu filmde kendi yazdığı romandaki hayali kahramana aşık olan yazarın hikayesi anlatılır. Siz de bu konunun benzerlerine çokça rastlamışsınızdır. Yine mitolojiden örnekler verelim; vakti zamanında ekho isimli çok güzel bir peri kızı varmış, bu kız kendisine talip olan hiçbir adayı kabul etmezmiş. Bir gün bu ekho ormanda yürürken bir avcıyla karşılaşmış. Bu avcının da adı narcissus imiş. Narcissus o kadar yakışıklıymış ki ekho onu görünce aşık olmuş ama beklediği cevabı alamamış. Ekho bu durum karşısında kara sevdaya tutulup içine kapanmış ve günden güne erimiş. Bütün vücudundan kalan kemikleri kayalara sesi ise bu kayalarda eko’lara dönüşmüş. (eko=yankı’nın da nasıl çıkmış olduğunu gördük, çoğu kelime gibi bu da antik yunana ait). Olimpos dağında yaşayan tanrılar ise bu duruma çok sinirlenmişler ve narcissus’u cezalandırmaya karar vermişler. Bir gün narcissus yine ormanda avlanırken su içmek için bir su birikintisine yaklaşır ve su yüzeyinde kendi simasını görür. Gördüğü şeye yani kendi yüzüne o kadar hayran kalır ki suyun başından ayrılmaz ve ölene kadar kendine aşık bir şekilde suya bakar durur. İşte narsist’in çıkış yeri de burasıdır. Yine yunan mitolojisine göre narcissus ölünce de kendi bedeninden nergis çiçeği oluşmuştur.


Bu arada filmden hiç bahsetmedik. Filmimizde  aşırı başarılı ve kültürlü bir dilbilimcinin ki kendisinin aristokraside de önemli bir yeri vardır, fakir ve cahil bir çiçekçi kızına modern yaşamı öğretmesi, onu sosyetenin içine sokması ve sonrasında ona aşık olması anlatılıyor. Daha fazlasını söylemenin ve yorumlamanın mümkünü yok, kendiniz izlemelisiniz. Haftaya bir sıkıntı olmaz ise yine güzel bir filmle karşınızda oluruz. Artistlik yapmayın, kendinize de iyi bakın…




Pygmalion film eleştirisi

1 yorum: