“Macario” filmini Meksika’nın
önemli yönetmenlerinden Roberto Gavaldon yönetmiş. Filmimizin senaryosu ise
geçen hafta değindiğimiz, çok sevdiğim yazarlardan B. Traven’in “the third guest”
adlı hikayesinden. Traven’in Meksika’da yaşayıp yöre halkıyla içli
dışlı olduğunu ve muhteşem hayat hikayelerini yazıya döktüğünü söylemiştik. Bu
filmimizde de aynı tad, aynı doku ve hissiyat görülüyor. Traven’in eserleri
özellikle de hikayeleri çok sade bir anlatıma sahip ama barındırdıkları
kesif düşünceler aklınızı meşgul edebilir.
Yazarımızın en önemli alametifarikaları
Meksika’daki halkın fakirliği ve cahilliğiyle beraber onların dini inanışlarını
ve ananelerini irdelemesidir. Pek çok hikayesinde azizlerden, kutsal meryemden,
Katolik Hıristiyanlığından ve alakadar şeylerden bahseder. Bunlara değinirken
yöre halkının inanış biçimine hem şaşırır hem de nesli tükenmekte olan bir
hayvanı kurtaran bilim adamları gibi özenerek betimler. Özellikle “aziz antonio’nun
çilesi”, “hastane”, “köpek”, “aile şerefi”, “şükran mektubu”, “eşek” ve “bir
kaplanın eğitilmesi” hikayeleri hem çok sade hem çok akıcı hem de çok
güzeldirler. Dinsel eleştiriden toplumsal eleştiriye, insan manzaralarından
batıl inanışlara her ne ararsanız çok rahatlıkla bulabilirsiniz, ayrıca
belirtmem lazım “bir kaplanın eğitilmesi” adlı hikayenin neredeyse aynısı
bizim seyahatname’de yer alır, bir çay muhabbetine saklayalım bu iki hikayenin
durumunu.
Filmimizin esin kaynağı
olan hikayemiz de en az bahsettiklerim kadar sadeliğe sahip ve hiç sıkılmadan
izleyebiliyorsunuz. Daha önceden de değinmiştim ne varsa siyah beyaz filmlerde
vardır diye, bu filmimiz de sağ olsun teorimi destekliyor. Filmimizde öncelikle mükemmel bir fakirlik ve cahillik teması var. Buna
yakın kaliteyi son zamanlarda tek bir filmde görebilmiştim o da eleştirisini
yaptığımız “a torinoi lo” filmi idi. Son film çok felsefik olmakla övünürken
bizim filmin öyle bir derdi yok, filmde bolca çocuk olduğundan
yalnızlık duyguları daha geri planda. Film o kadar basit bir dürtünün peşinden
gidiyor ki mutfağa gidip de rahat rahat bir yemek yiyemiyorsunuz. Belki filmin
başında çok ucuz bir hikayeyle mi karşılaştık da diyebilirsiniz ama dakikalar
ilerledikçe inanılmaz bir anlatım karşımıza çıkıyor, öyle bir ölüm meselesi irdelenmiş
ki filmin en cahil karakteri olan macario’nun bazı durumlarda yaptığı ifade ve
cümleler beni çok şaşırttı.
Filmimizin başrolünde
macario diye çok fakir ve cahil bir adam vardır. Kendisi odun toplayıp
bunları kasabanın fırınına satarken güzel karısı zenginlerin çamaşırlarını
yıkamaktadır. 5 tane de piçleri vardır, bu kadar fakirliğin arasında ne gerek
vardı diyoruz hep beraber. Ölüler gününün kutlandığı bir zamanda ailesiyle
kasabaya inen macario odun sattığı fırında pişmiş bir hindi görür. Bu hindiyi
tek başıma yiyene kadar evde hiçbir şey yemeyeceğim der, hindiyi bir gün
bulmalı çocuklarıma ve karıma da vermeden tek başıma yemeliyim der, artık
fakirlik ve açlık onu zıvanadan çıkarmıştır, karısı bunun durumuna çok üzülür
derken pazardan hindi çalar ve kocasına pişirir. Macario da bu hayalindeki
yemeği ormanda yiyecektir. Tam hindiyi yiyecekken ormanda bir adam belirir ve
biraz et ister, karşılığında da macario’ya bazı vaatlerde bulunur. Macario gelenin
şeytan olduğunu ve kendisini kandırmak istediğini bilir ve teklifini reddeder.
Ormanda başka bir alana
gider ve tekrar yemeğe girişir derken bir adam daha belirir, bu adam da
tanrıdır ve macario onun da isteğini reddeder. Senin hiçbir şeye ihtiyacın yok
ama sadece lütuf için benden bu eti istiyorsun kusura bakma çok açım der. Tekrar
yerini değiştirir ve yemeğe başlayacakken yine bir adam gelir, bu sefer
gelen ölümdür. Macario tırsar ve hindinin yarısını verir. Macario tam bir
köylüdür, mükemmel bir köylü örneği. Derken ölüm ile macario arkadaş olurlar ve
ölüm macario’ya bir şişe su verir, bu suyu içen hasta anında iyileşecektir. Ama
ölüm, hastanın ayağının tarafında değil de başından yana ise o zaman hastayı
kurtarmaya çalışmamalıdır. Gel zaman git zaman macario’nun ünü tüm zenginlere
kadar gider ve macario, bu işi ticarete döker. İşlerin iyi gittiği bir anda macario filmi (macario karakterine) için yazılmış bir şarkı mırıldanır, filmin içine çok hoş bir hava katmıştı, izleyelim. Ve insanoğlunun doyumsuzluğu ile
salaklığı bir kez daha belirir. İşler öyle bir hale gelmiştir ki macario artık
çaresizdir.
Filmin sonundaki anlatıma
ve ufak sürprize bayıldım, burada anlatmak veya yorumlamak mümkün değil,
kendiniz izlemelisiniz. Tüm bu olayların Meksika’nın en önemli günü olan ölüler
gününde cereyan etmesi ile macario’nun ölümle olan sohbetleri inanılmaz müthiş.
Filmimizi muhtemelen izlememişsinizdir ama izlediğinizde büyük ihtimal aklınıza
ingmar bergman’ın muhteşem ötesi filmi “det sjunde inseglet” gelecektir. İki film
de ruhani varlıkları somutlaştırıp insanoğluyla bir oyun oynamaktadır. Hangisi daha
mükemmel derseniz, tartışılır. İngmar bergman kendi filmi için ciddi bir
hazırlık yapıp acayip felsefik cümleleri kullanırken, ana filmimiz basit
bir anlatımı tercih etmiş.
Ölüm, insanoğlunun
tabiatı, ruhani varlıların somutlaştırılması ve fanilikle ilgili bir film
tavsiyesi isterseniz bu filmi şiddetle tavsiye ederim,
gerçi filmin Türkçe altyazısı yok. Traven’in birkaç hoş eseri daha var ama
sinemalaştırılması çok iddialı değildi. Artık ingmar bergman’a değinmenin
zamanı geldi mi acaba diye kendime
sorular sordum ama daha zamanı değil. Çok müsait bir zamanımda kitaplığıma
kapanmam lazım. Haftaya bir sıkıntı olmaz ise yine güzel bir filmle karşınızda oluruz, akıllı olun, kendinize de iyi bakın.
Macario film eleştirisi
Filmi izlemedim ama aktardığınız kadarıyla hikayeden farklılaşan önemli noktaları var. Yine de iyi ki yamışlar flmini, çok etkilyeci bir hikaye Macario. Yazı için teşekkürler.
YanıtlaSil