"A man for all seasons" filmini favorilerimden Fred Zinnemann yönetmiş. Başrollerde de Robert Shaw, Paul Scofield, Vanessa Redgrave, Leo McKern ve Orson Welles yer alıyor. Film 8 dalda oskara aday gösterilip bunun altısını almıştır. Çekildiği 1966 yılı ve de günümüz itibariyle tartışmasız bir başyapıt. Oyunculukların mükemmelliğinden ziyade, yönetmen Zinnemann ile filmde oyuncu olarak karşımıza çıkan Orson Welles filme kafadan 3 oskar kazandırmış gibi.
İngiltere kralı 8. Henry ile Thomas More'un başta dinde reform olmak üzere bazı konularda ihtilafa düşmeleri ana konuyu oluşturuyor. Şansölye Wolsey'in ölümünün ardından onun yerine gelen Thomas More, zamanının en önemli düşünürlerinden biridir. Ayrıca kralı da çocukluğundan beri düşünceleriyle etkilemiştir. Kral onu çok sever ama bir konuda ihtilafa düşeceklerdir, o da kralın Katolik inancını reddetmesi ve yeni bir din ortaya çıkarmasıdır. Bildiğiniz üzere bu kral 8. Henry, karıya kıza düşkün bir adamdır. Bunun ilk evliliği Aragonlu Catherine iledir ki kendisi İspanyol sarayından gelmiş olup koyu bir katoliktir. Ama kral gönlünü bi gün Anne Boleyn'e kaptırır, bazı bahaneler uydurarak ilk evliliğini iptal etmek ister ama hem İspanya Kral'ı hem de papa bu duruma karşı çıkar. Zaten geçmişte papa bu herif için bazı tavizler vermişti (ilk karısı, ölen abisinin hanımıydı, papa yasak olan bu evliliği onaylamıştı). Bu evliliği Katolik kilisesi inançları yasaklıyor o zaman ben de yeni bir din kurayım diyen kral Henry'e başta Thomas More olmak üzere herkes karşı çıkar ama nafile, kral kafayı boleyn kızıyla bozmuştur.
Kral kendi kafasından uydurduğu kuralları bir din haline getirmiş ve anglikanizmi çıkarmıştır. Thomas Cranmer isimli devlet adamının da sayesinde yeni din ülkede hızlıca yayılmış ve Katolik inanışını benimseyenler krala karşı gelmek suçundan idam ettirilmiştir. Şu an dünyada angkilanizmi benimseyen ülkeler arasında birleşik krallığa ait ülkeler ve amerika yer almaktadır (amerika'da nüfusun neredeyse yarısının Protestan olduğu düşünülmekte). Tabi bu arada papa da İngiltere'yi kutsal ittifaktan atmış ve Fransa ile İspanya'yı sürekli İngiltere'ye karşı kışkırtmıştır. Gerçi baya bi sonra başka bi papa aforozu kaldırıp barışı sağlayacaktır.
Kralın tüm Katolik dünyasını karşısına almasına sebep olan Anne Boleyn de krala erkek çocuk veremez ve akabinde o da idam ettirilir, kralın bundan sonra 4 evliliği, yüzlerce metresi olacaktır ama asla huzura kavuşamayacaktır. Ancak bu adamın Anne Boleyn'den olan kızı 1. Elizabeth, İngiltere tarihinin en başarılı hükümdarı olacaktır, onun zamanında en parlak devirlerini yaşayıp dünyanın süper gücü olacaklardır. Kralın ilk evliliğinden olan çocuğu Mary, her ne kadar Elizabeth'ten önce tahta geçip tüm Katolik karşıtlarını yaktırsa da bu İngiltere'nin dinini değiştirmeyecektir. Elizabethle de birlikte Anglikanizm iyice ülkeye yayılır. Hatta hanedan değiştiğinde bile din değişmez. İngiltere'yi bi 10 dan fazla hanedan sırayla yönetmiş. Bunlardan biri de Tudors hanedanlığı. Tudorslardan 8. Henry ile 1. Elizabeth İngiltere'nin en popüler iki hükümdarı olabilmişler ve getirdikleri kurallar onlar öldükten sonra bile devam ediyor.
Filmde daha çok Thomas More'un kendi mücadelesini görüyoruz. O koyu bir katoliktir ve kralın yanlış yaptığını anlatmaya çalışmaktadır ama nafile, kralın yeni versiyon adamları onu hiç sevmemektedirler. Thomas More, onurlu bir adam olduğundan şansölye görevinden istifa edip kendi izbe mekanına çekilir ama kral onun gibi sadık bir adamın kendisine (yeni dine) inanmamasını kabullenemez , ona şu teklif yapılır canın mı yoksa yeni din mi? Thomas more da inancından taviz vermez ve idam ettirilir. Kralın ölümüne en çok üzüldüğü adam bu Thomas More'dur.
İngilizleri hiç sevmem , sokakta görsem selam vermem belki de döverim ama bu Thomas More beni çok etkilemişti. Özellikle "ütopya" isimli eseri yazıldığı tarih itibariyle bir şaheser bir zeka abidesi. İlk ütopyayı kendisi yazmamıştır, yunan düşünürlerin eserlerinde ütopya görülmüştür, özellikle Platon'un "Devlet"i buna en uygunudur ama ütopya isminden ilk defa bahseden (kitap ismi olarak) kendisidir. Ütopya isimli kitapta; More, Antwerp'te elçilik görevindedir. Peter Giles adında bir arkadaş edinir, bu adam da onu Raphael Hythladay adlı yeni dünyada ütopya adası diye bilinen bir yerde yaşayan ve oradan yeni dönmüş yanık tenli bir denizci ile tanıştırır. More ve Giles veHhythladay, More'un evindeki bahçede bulunan bir yeşilliğe otururlar ve Hythladay'ın yolculuğundan bahsederler. Kitaptaki bu hayali konuşmalarda ütopyadan şu şekilde bahsedilir;
"Ütopyada kimse özel mülk nedir bilmemektedir. Herkes aynı kıyafetleri giymektedir, yaşadıkları şehirler ve evler birbirine benzemektedir. Öyle bir düzen var ki çalışma ve dinlenme saatleri bile programlanmıştır. Hiçbir zaman aylaklık yapmazlar, boş vakitlerinde bile kendilerini geliştirirler. Kumar oynamazlar sadece iki çeşit oyun bilirler. Birinde sayılarla kavga ederler ki bu kapitalizmin kritiği gibidir. İkinci oyunda ise iyilikle, kötülük savaşır. Her iki oyun da eğiticidir. Ütopyalılar zamanlarını olabildiğince toplum içinde hep birlikte geçirirler. Yemekler büyük halk evlerinde beraber yenir. Devlet politikası hakkında uluorta, yerli yersiz konuşmak yasaktır, cezası idamdır; zira kimsenin kimseyi galeyana getirmesine müsaade edilmez. Hastalıklı fikirlerin ne kadar çabuk yayılabileceğinin farkındadırlar. Genelde saat sekizde yatıp, sabah gün doğmadan kalkarlar. Her yurttaş çeşitli görevlerle uğraşır. Kimisi bilim dersleri alırken, kimisi çeşitli zanaatler ile uğraşırlar, ancak halkın çoğu tarımla ilgilenir.
Ütopyalılar pasif insanlardır, sadece savaşmak zorunda olduklarında savaşırlar. Kendi yurttaşlarından ziyade paralı asker kullanırlar, bazen de özel yetişmiş katiller tutarak düşman liderlerine suikast düzenlerler. Bu bütün orduyu yok etmektense ki çoğunun hiçbir günahı yoktur; belanın kökü olan lideri yok etmek daha mantıklıdır. İlk bakışta ütopya gibi bir yerde kölelik insana barbarca gelebilir ama onlar köleliği disiplin altına almış ve yararlı işlerle uğraşan; bir gün özgür olabilecek insanlardan oluşan bir kurum haline getirmişlerdir. Ütopyalıların zevk anlayışları Avrupalılar ile bağdaşmaz. Ütopyalıların zevkleri daha basit ve tatmin edicidir. Onlar Avrupa'da zevk diye bilinen şeylerin insanların ruhlarını öldürdüğüne inanırlar." More, ütopyayı öylesine ironik yazmıştır ki, sonunda ütopyayı güzel bulmaktan ziyade Avrupa ve İngiltere'yi kötü bir yer olarak görürsünüz. Okurlar yaklaşık 400 yıldır ütopyayı nükteli bulmuşlardır; ayrıca More'un da kitabı yazarken oldukça eğlendiği şüphesizdir; zira isimler latinceden gelmektedir. Hythladay'ın anlamı latince saçmalama ustasıdır. Ütopya, latincede hem hiçbir yer hem de güzel bir yer manasına gelmektedir.
Kitabı iyi okumuş bir okuyucu için belirgin not: “Hıristiyan Avrupa'sı için iyilikler” şeklinde olacaktır. More, bu manayı verirken her zaman ütopyada mükemmel işleyen bir sistemden bahsetmiştir. More'un niyeti Avrupa'da komünizmi falan görmek değildir; fakat Hıristiyan Avrupa'sının daha iyi noktalara geldiğini görmektir. Kitabın sonunda More, Hythladay'ın anlattıklarını kritize eder. Bu, Rönesans zamanında bütün yazarlarca kullanılan iyi bir taktiktir. Amacı bütün kitap boyunca doğru şeyleri anlatıp sonunda bunlar yanlış ve saçma şeylerdir diyerek kilisenin hışmından korunmaktır. Filmin tam bir klasik olduğunu söyledik ama bu 8. Henry, Thomas More ve Tudors hanedanlığıyla ilgili daha fazla bilgiye ulaşmak isterseniz "The Tudors" dizisini de izleyebilirsiniz.
A Man for All Seasans film eleştirisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder