“Memories of murder”
korecesiyle “salinui chueok” filmini Güney Kore’nin önemli yönetmenlerinden
joon-ho bong yazıp yönetmiş. Başrollerde de içinde park olan bir sürü adam var
ne siz tanırsınız ne de ben. Güney kore sinemasının son yıllarda büyük bir
çıkışta olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Bunda serbest piyasa ekonomisini
benimsemeleri ve küçük yaşlardaki nüfusa
yatırım yapmaları etkili olmuştur çünkü bu sayede güney kore son 20
yılda inanılmaz şekilde güçlendi ve uzak doğunun önemli ekonomi merkezlerinden
biri haline geldi. Akrabaları olan kuzeyliler ile aralarında asla kapanmayacak
bir fark oluştu. Ekonomik anlamda rahata eren Koreliler artık farklı zevklere
yönelmeye başladılar ve sinema da bundan nasibini aldı. Hiç filmlere ilgisi
olmayan insanların bile izlediği "old boy", ki gerçekten enfes bir filmdi, Korelilerin
ne kadar iyi film yapabileceklerinin ufak bir göstergesi.
Bunlardan başka “Spring,
Summer, Autumn, Winter... and Spring”, “The Chaser”, “Ajussi” ile “The Warrior”
da güzel kore filmlerinden. “Memories of murder” filmini ise bir çok açıdan
ön plana atan faktörler var. Bunların başında filmin bizim gibi holivud
kültürüne alışkın insanların idrak edemeyeceği bir akışa sahip olması geliyor. Sonu
belli olan ya da bir şekilde özümseyebileceğimiz şekilde biten filmlere
alıştık, alıştırıldık. Bu güzel kore filmi sayesinde içinde bulunduğumuz
anlamsız film izleme alışkanlığından kurtulabiliriz. Mesele sadece bir cinayeti
hıphızlı çözüp akıcı konuşmayla yanındaki bayanları etkilemek değil. Daha doğrusu
bunlar gerçek hayat değil. En basit örneğiyle “the mentalist”ten ciddi şekilde
nefret ediyorum. Hem biz insanları salak gibi oyalayıp “red john” mamasıyla yıllardır
avutuyorlar hem de jane karakteri şipşak olayları çözüyor, kendisi çok zekidir
hem de çok. Buna benzeyen bir sürü örnek var. CSI serilerini de çok küstah
buluyorum. Amerikan kültüründe yakışıklı ya da karizmatik dedektif/danışman
hemen olayları çözüyor bizler de ekrandan izliyoruz ve manipüle ediliyoruz.
Sadece bu da değil. Aynı
zevklere ve esprilere sahip olduk Amerikalılar ile. Şöyle ki conan obrian şovu
izlediğimde ciddi şekilde gülebiliyorum belki de bende biraz Amerikalılık var
bilemeyeceğim ama adamların esprilerine gülebiliyorum ya da sit-comlarına. Pek çok
Türk’ün de aynı durumda olduğunu söyleyebilirim. Bir Japon şovunu izlediğimde
ise hiç güleceğime ihtimal vermem. Amerika kökenli yarışmaların ve dizilerin ülkemizde tuttuğu bir gerçek. Bu holivud
kültürü bizlere gerçeği göstermiyor. Diziler ve filmlere daha doğrusu tv'ye
göre dünya (kamera) hep zengin ve güzelin etrafında dönüyor. Adam sokağa
çıkıyor girdiği ilk dükkanda etrafındaki onca kız (ve hepsi de güzel) adama
aşık oluyor ama adam kararsız, önümüzdeki 4-5 sezon ya da 40-50 dakika neler
olacağı belli değil. Bu durum beni çok geriyor. Ulan amına koyuyum biz de sokağa
iniyoruz karşılaştığımız rezillikler diz boyu, bırakın kızların ilgisini görmeyi
insan muamelesi görmediğimiz pek çok sahneyle karşılaşıyoruz. Adamlar (holivud karakterleri) bir eve
yığılmışlar yedikleri önünde yemedikleri arkalarında, hayatta hiç fatura
ödememişler, ellerinde kitap hiç gözükmez ama hepsi de psikolojik bunalımda,
hepsi de düzensiz seks hayatlarını
toparlamanın derdinde, herkes de birbirine aşık ve entrika çevirme niyetinde
felan. Akşamları hiçbirini uyku tutmuyor, sizin ejdadınızı eveliyatınızı
sikerim amına koduğumun bebeleri. Bugün berber kulak içi kıllarımı kolonyadan
tutuşturduğu büyüğümsü ateş parçasıyla yakarken kulağıma çok acayip duygular
yaşattı, ben bu hissi neden tv'de göremiyorum ya da sokakta yürürken ben
boylarda bir adam bir şey söyleyebilir miyim dedikten sonra niye memleketine
gitmek için para istiyor, bende bir cenabetlik felan mı var?
Niye hep acılarla
karşılaşıyoruz, bu filmlerdeki tatlı dünya neden yok? Lokantada yemek yerken neden
bir kızın gelip “sürekli aynı yerde yemek yiyoruz, ne zamandır takip ediyorum
seni, akşam köpeklerimizi yürüttükten sonra sevişelim mi?” teklifi yerine
tipsiz ve bıyıkları çirkin bir dayının geğirtisini duyuyorum? Arada sırada göz
göze geliyoruz ve yemek iştahım kaçıyor. İşte Amerikan rüyası bu, adı üstünde
rüya her zaman gerçekleri göstermez. Kamera hep güzel veya zenginin etrafında dönüyor
ve ezbere hayatlar akıp gidiyor, peki biz ne olacağız? İşte tüm bu çelişkili ve
üzüntülü durumuza sebep olan Amerikan tipi eğlence sektörüdür. O yüzden farklı
bir formattan bir şeyler izlemek bana acayip haz veriyor. Filmin sonunda bir duygu
boşalması yaşamanız gerekirken (nefret/komedi/rahatlama gibi) hiçbir sikim
yaşayamıyorsunuz, aynı hayat gibi. Tüm karizmanızla sokakta yürürken iki tane
yavşak ilkokul bebesi koşarlar ve yanlışlıkla sizin taşak ve böğürlerinize
doğru toslarlar, sizin de tüm ihtişamınız yerle bir olur, ağrıyan taşak da
cabası. Halbusem karşıdan gelen kız ile ilk önce çarpışmamız sonra yere düşen
eşyalarımızı büyük bir yardım ve tatlı bakışmalar eşliğinde toplamamız akşam da
sevişmemiz gerekirdi. Holivud senin ananı bacını sikeyim.
Gerçeklik izleri
taşıyan bu filmi özel kılan başka sebepler de var. Yönetmen asla zeki olmaya
çalışmıyor, birisinin bakışından cümlelerinden yalan söylediği anlaşılamıyor ki
bu çıkarım yapma sanatı (science of deduction) adıyla çokça holivudda göze batıyor.
En çok hoşuma giden detayı da bu idi. Öyle bir adamın duruşundan bakışından
neci olduğu anlaşılamaz, anlaşılamamalı da. Zaten filmde bu husus güzel bir
göndermeyle işleniyor. Başroldeki iyi niyetli ama az zeki polis en başta
insanların bakışından her şeyi çıkarabildiğini söylüyor sonra kırmızı donlu
adamı yakaladığında aslında o yeteneğine gerçeklere iyi çökmekle ulaşabildiğini
gördük, filmin sonlarında da olmayan bu yeteneğinin hiçbir işe yaramadığı bir 5
dakika boyunca işlendi ve önemli vurgular yapıldı. İşe yaramamalı da zaten, bir
ukala adam benim konuşmalarından negatif elektrik aldı diye ben katil
olmamalıyım. Holivudda en nefret ettiğim işlerden biri bu; adam geliyor tüm
karizmasıyla katilin katil olduğunu ispatlıyor üstüne katilin zekasını küçük
düşürüyor ardından da espriler havada içkiler, parti ve akşam seks. Böyle bir
dünya yok. Gelsinler benim her gün gördüğüm insanların iyi mi kötü mü doğru mu
yalancı mı olduğunu söylesinler. İşte Korelilerin yaptığı bu filmde hakikaten
gerçek bir cinayet soruşturmasındaymışım gibi hissettim kendimi.
Şişman polisin suçlu
olmayanları bir şekilde suçlu çıkarmak için girişimleri çok güzeldi. Hatta suçlamak
istediği delimsi çocuğun ayakkabısını olay mahalline götürüp iz yapmasını
inanılmaz beğendim. Tam bir Türk polisi edasında olayı 10 dakikada kapatma
çabasında. Ama işin içinde seri katil olduğu için bu polisimiz ve psikopat
ortağı çoğu kez sıçıyorlar ve her defasında başka adamların günahlarını
alıyorlar. Şişman polisin ben kötüyü bir bakışta anlarım demesine rağmen her
defasında suçsuz insanlar kötü muamele görüyor. Ben de o zaman adamın tipine
bakaraktan sapık olup olmadığını söyleyeyim size peki ama hadi ben yanılıyorsam
ve o adamın tüm sosyal hayatı gitmişse ne olacak? İşte holivud bunun
açıklamasını hiçbir zaman yapamıyor. Dediğim olayın aynısı yıllar önce
ülkemizde yaşandı, çocuk istismarcısı suçlamasına maruz kalan masum bir adam
(ümraniye sapığına aşırı derece benziyormuş) sokakta neler çektiğini canlı yayında anlatmıştı, adamın
tipinden emin olun sapık olduğu anlaşılıyor, hem de acayip gariban ama adam suçsuz
amına koyuyum, ne yapalım yani tipi kayık diye adamı mı asalım? İşte bu
gerçekliktir hem de tv'de göremeyeceğimiz bir gerçeklik. Öyle bir bölümde seri
katil felan yakalanamaz, iddia ediyorum sağlam bir seri katil Türkiye'de siksen
yakalanamaz. Arka sokaklar bile yakalayamaz. Koreli yönetmenin de vermek
istediği mesajlardan biri bu: “bazen olmuyor işte”. Evet tüm polis teşkilatı ve
imkanlar yanınızda da olsa katiller yakalanamayabiliyorlar. Holivuda göre bazen
bu katiller akıllı dedektifle oynamak istiyorlar sonra çok gizli bir mesaj
bırakıyorlar ve bunu sadece dedektifimiz buluyor, ipucunun olduğu yere
vardığında da (ki tam zamanında olur bu iş) başka bir ipucu onu bekler. Peki
ilk ipucunu bulamasalar ne olacak, işte bu hiç yaşanmaz ve holivud bunu bize
asla göstermez.
"Öyle çok zeki
zannetmeyin kendinizi katiller sizden akıllıdır veya olmasalar bile
bulamayabilirsiniz, siz sadece yaptığınız işi güzel yapın" diyor Koreli yönetmen
ve filmin her yerinde bu mesaj adeta buram buram kokuyor. Bazen hayatta
sonucunu veya sebebini merak ettiğimiz olaylar olur da bir ömür boyu cevabı
bulamayız ve o hep aklımızdadır ya, işte filmde de bu duygular hakim, aynı
gerçek dünyadaki gibi. Filmde başka neler güzeldi derseniz, şişman polisin
psikopat arkadaşını çok beğendim. Durmadan insanlara uçan tekme atması ki hiç
adam dövecek cüssesi yok, beni çok şaşırttı. İlk uçan tekmesinde acayip
şaşırmıştım, siz de aynı duyguyu yaşayacaksınız. İz bırakmaması için şüphelileri
döverken sağ ayağına bez takması ve sürekli onlara tekme tokat dalması filmin
sonunda da aynı ayağına aldığı takdiri ilahi cezası filme güzel havalar
katmış. Şişman polisin tüm beceriksizliğine rağmen başarılı bir polis olarak
tanınması ve bu durum yüzünden teşkilatın sıçması da güzel vurgulardan,
polislerimiz öyle sizlerin alıştığı gibi karizmatik felan da değiller. Yani filmde
karizmatik kimse yok, herkes benim sokakta gördüğüm insanlar ve benim gibi
sıradan ve basit.
Bunlardan başka gerilim
yüklü bu filmde komik diyebileceğimiz pek çok sahne var. En beğendiğim ise
katili yakalamak için büyü yaptıran bu önsezileri yüksek şişman polis, büyü
esnasında seul şehrinden olayı araştırmak için gelen polisin olay yerine
gelmesiyle psikopat arkadaşı ile çalılıklara saklanır ve onu kıskanaraktan
şunları söyler: “ne bok yiyor öyle, bize bilimsel şeyler lazım”. Bundan sonraki kovalamaca sahnesi de gerçekten güzel bir aksiyondu.
Filmin sonunu anlatmak veya yorumlamak mümkün değil kendiniz izlemelisiniz. Alışmış
olduğunuz sahte holivud hikayelerinden sıkılıp gerçek bir konuyu izlemek
isterseniz biraz da kore kültürüne sabredebilirseniz güzel bir filmin sizi
beklediğini söyleyebilirim. Ayrıca önceden yazmış olduğum “Hollywood operasyonları”
yazımı okumanızı da tavsiye ederim. Filmin sonunda ise hepiniz şunu alacaksınız.
Memories of Murder / Salinui Chueok film eleştirisi