“Papillon” filmini
Franklin J. Schaffner yönetmiş. Filmin esin kaynağı ise Henri Charrière’nin
yazdığı papillon isimli roman, dediklerine göre de film ve kitap gerçek bir
hayat hikayesini anlatmaktadır ama buna inanmak hiç de kolay değil çünkü
papillon ve arkadaşlarının başına gelenleri başka bir hikaye veya filmde
göremeyebilirsiniz. Schaffner ustanın film çekme tarzını da düşünürsek, yani
gerilim atmosferli bir normal akış olarak kabaca özetleyebileceğimiz bu tarz
sayesinde hapishane ortamı inandırıcı olabilmiş diğer türlü ya becerilemezdi ya da çok sıkıcı bir yapıt olurdu. Filmde kubrick’in
“2001: bir uzay yolu” ve coppala’nın “apocalypse now” şaheserlerindeki belirsizlik
atmosferi hakim ve buna ciddi şekilde korkutmayan gerilim de
ekleniyor. Bu hafif gerilimi ziraat bankasında sıranıza 20 kişi kalmışken ön
taraflara doğru ilerleyip yaşlılara, elinizdeki bir adet sıra fişine,
yaşlıların elindeki en az iki adet sıra fişine ve numara tabelasına bakarkenki
ruh haline benzetiyorum.
Schaffner’ın filmlerini
çok beğeniyorum, daha önce “a man for all seasons” film eleştirisinde listesini
verdiğim benim en iyi 15 yönetmenimden biri olan schaffner’in filmleri kesinlikle
sıkıcı olmadan ilerleyebiliyor ve dediğim gibi nasıl beceriyorsa film boyunca
çok tatlı bir gerilim hakim, müziklerin seçimi ve vurguları da bir o kadar
etkili. Kendisinin daha önceden “patton” ve “the boys from brazil” filmlerine
değinmiştik, böylelikle ustanın toplamda üç filmine değinmiş olduk. İleride bir başka filmine daha değinebiliriz. Filmimizin başrollerinde ise usta oyuncular Steve
McQueen ve Dustin Hoffman yer alıyor. Dustin hoffman çok başarılı bir oyuncu, yedi
defa oskara aday olup ikisini kazanmış ama nedense ben bir türlü ısınamadım
kendisine. Benim en iyi 10 oyuncu listemde yok. Eski filmleri çok güzel ama
90 sonrasındaki hali biraz itici geliyor zaten holivudda da kaprisli olmasından
dolayı pek sevilmeyen bir oyuncu.
Filmimizde papillon (Fransızca
da kelebek anlamına geliyor) isimli mahkumun Fransız Guyana'sında başından
geçenler anlatılmaktadır. Fransız Guyana'sı, Brezilya'nın üstünde göt kadar bir
yerdir ve Fransa’ya aittir. Papillon ve esir arkadaşları güzel manzaralı Guyana'ya
gitmektedirler ama aldıkları cezanın büyüklüğü onları ümitsiz bir duruma
sokmaktadır çünkü bir hükümlünün cezası bitse bile Guyana'da yaşamak zorunda kalacaktır.
En sıkıntılı suçlular oraya gönderiliyor ve bir daha da asla Fransa’ya
alınmıyorlar. Papillon, bu cezanın bilincindedir ve gittiği ilk günden beri
kaçmanın planlarını yapmıştır. Bu serüvenindeki en yakın dostu da hoffman’ın
canlandırdığı dega karakteri olacaktır. Dega ile arkadaş olmak isteyen papillon’un
asıl amacı ise dega’nın paralarıdır. Dega tüm ülkeyi kazıklayan bir finansçıdır
ve gerek mahkumlar gerekse de gardiyan ve askerler dega’yı sevmezler.
Papillon, dega’ya
koruma sağlayacak karşılığında da dega ona para verecektir. Peki bu para nerden
geliyor derseniz, götten geliyor. Hapishaneye düşmeden evvel ince bir çubuk ya
da plastik şeyin içine para sıkıştırılıyor ve o da anüse sokuluyor, filmde
gördüğümüz kadarıyla bu götlerinde taşıdıkları şeyler onların bir organları
gibi olmuştur. Diğer başka hapishane filmlerinde de bu götte mal taşımadan
dolayı iltihap kapma olaylarına sıkça değinildiğini hatırlıyoruz hatta "pulp fiction" da bu göte yerleştirilen yadigar saatin hikayesini de unutmamak lazım,
çok komik sahneydi.
Götlerindeki azıcık
parayla biraz ayrıcalık yakalayabilen bu ikili mutlaka kaçmalıdır ama o kadar da
kolay değil. Başlarına o kadar çok şey
geliyor ki inanın bu hikayenin gerçek olmaması lazım diyoruz. Böyle bir atmosferin
olabilmesi hala beni düşündürüyor. Belli bir zamandan sonra ikilinin aralarında
başlayan arkadaşlık ömürlük bir hal alıyor ve filmi üst sınıf yapıtların içine atan önemli
detaylardan biri de bu; film gelmiş geçmiş en iyi arkadaşlık ve dostluk
filmlerinden biri. “Scarecrow” filmindeki bencil karakterin samimi
arkadaşlığı bizleri nasıl etkilemişse papillon’un hücre hapsinde, ki orada ilk
etapta 6 ay boyunca çok kötü şartlarda kalacaktır, arkadaşını satmaması da aynı etkiyi yapacaktır.
Satma dediğimiz olay da
şu; dega, papillon’a her gün hindistan cevizi gönderir ve bunu da su kabının
içine saklayarak yapar bu sayede arkadaşı hücre hapsindeyken güç depolayacaktır ama Fransız
askerleri bu durumu öğrenir ve işler papillon için çok daha kötü olur. Yardımı kim
yaptı sorusuna cevap vermeyen papillon tam altı ay boyunca karanlık ve eksik
yemek menülü bir ortamda kalmıştır. Çoğu zaman da böcük yer ve delirme eşiğine
de çok yaklaşmıştır. Bu süreçte arkadaşını satmaması çok güzel bir anlatım
olmuştu. Şu an bir film yapılsa herhangi iki kişinin fedakarlığının beni
etkiyebileceğini zannetmiyorum. Ama papillon’un hücre hapsinden etkilenmemek
mümkün değil.
Hapishane filminden
bahsediyoruz ama çoğu insan bu filmi bilmez veya izlememiştir. Hapishane filmi
deyince herkesin aklına esaretin bedeli (The Shawshank Redemption) gelir. Bazen duyuyorum sağdan soldan
bir anlatıyorlar hiç sormayın. Ama insanların bu esaretin bedeli filmini
beğenmelerinde asıl sebep, filmin imdb'de bir numarada yer alıyor olması
yatıyor ya da sağdan soldan duyulan cılız yorumlar, bu filmi hiç izlememiş olsa
bile övecek yüzlerce insan olduğunu düşünüyorum. Bu listeyi de anlamak çok zor, esaretin bedeli güzel filmdir ama kesinlikle imdb'de ilk sırada olmayı hak
etmiyor. En iyi hapishane filmi olması da muhtemel değil çünkü en iyisi
papillon'dur. Gerçek hikaye diyorsanız papillon da gerçektir ve papillon'un başından
geçenler daha idraki zor sahnelerdir. Esaretin bedelindeki en büyük zorluk
kanalizasyon çukurundan saatlerce geçmektir ama bu zorluk papillon’un başından
geçenlerin yanında hiçbir şeydir. Papillon'un karşılaştığı psikolojik saldırılara ve ilk 10 yılda başından geçen talihsiz olaylara Andy Dufresne'nin 1 hafta dayanabileceğini zannetmiyorum. Azim ve ümit duygularının
yoğunluğu ve anlatımı diyorsanız papillon yine ağır basacaktır. Ya adam bir
şekilde kurtuluyor ama en sonunda artık papillon’a gitme olum yaşa gitsin diyoruz. En son
sahnelerde nerelerden ve nasıl kaçtığını tarif etmenin mümkünü yok izlemeniz
lazım.
Oyuncu kalitesi
açısından bakacak olursanız da zaten papillon bir iki adım daha öndedir. Hangi konuyu
değerlendirirsek değerlendirelim papillon, gelmiş geçmiş en iyi hapishane
filmidir. Esaretin bedeli de hem imdb de gereksiz bir şişirme puanı almış hem
de papillon'dan daha kötü bir filmdir neyse. Çok az filmde olduğunuz duruma
şükür edersiniz. Mesela, titanic’in sonunda sıcaklığa sahip olmak bir
battaniyenin içinde kıvrılmak çok acayip tat verebilir. Pianist’te filmi
sonlara doğru durdurun gidin mutfağa bir şey yiyip içmeye utanırsınız o derece
tatlı gelir besinler gözünüze. Bu filmde ise yemin ediyorum özgürlüğün tadını
yaşıyorum. Filmi durdurun bir bakkala gidin yani kimseye sormadan gidebilmeyi
yaşayın başka da bir şey demiyorum. İnsan olabilmenin tadını yaşıyorsunuz. Amına
koduğumun sömürgeci kalleş Fransızları suçlu da olsa insanların insanlıklarını
ellerinden alıyor. Bu bahsettiğimiz deniz aşırı bölgede hapis bittikten sonra
orada köylü olmak gerekiyor ki delirmeyen görülmemiş. Dega’nın filmin
sonlarındaki haline içiniz cız etmeli. İnsan olmanın farkını ve güzelliğini,
özgürlüğü başka bir film bu denli yoğun bir duygu bombardımanıyla anlatamazdı. Ve
başrolde bayan olmamasına bir aşk hikayesi yaşanmamasına rağmen. Ayrıca öyle duygu
sömürüsü felan yapıldığı da yok.
Arkadaşlığın,
fedakarlığın, fakirin ekmeği umudun, hapishane ortamının, güzel oyunculukların
ve kaliteli yönetmenliğin belirgin bir şekilde gözüktüğü arşivimde yer alıp en iyi 20
film listemde olan bu filmi mutlaka izlemelisiniz…
Papillon film eleştirisi
Anlamadığım bir şey var, Papillion sahilde Dega'yı bırakıp kaçtı, filmin sonlarına doğru ise Dega'yla karşılaştıklarında Dega "Keşke gelmeseydin" tarzında bir şey diyor. Fazla bir tepki vermiyor yani sonrasında da yemek yiyorlar hatta sarılıyorlar filan en son. Ben biraz daha sert bir tepki vermesini bekliyordum. Filmi bir kaç günde bitirebildim belki de o yüzden kaçırdığım bir nokta da olabilir.
YanıtlaSildega nın ayağının durumu zaten papillon a başka çare bırakmamıştı bir de papillon yakalandıktan sonra bayağı bi süre hücre cezası yiyor ve ikisi de zihinsel sağlıklarını yitiriyorlar, yıllar sonraki bu buluşmada ne de olsa eski bir dosttur hissi hakim olmalıydı ki öyle de oldu ayrıca papillon un acınası fiziksel görünümü de ortamı yumuşatmış olabilir, şahsen ben son sahnede birbirlerinin hallerine bakıp ağlaşıp kucaklaşmalarını bile beklemiştim
YanıtlaSil