“The navigators”
filmini Ken Loach yönetmiş. Başrollerde de fazla popüler olmayan orta sınıf
oyuncular yer alıyor. Filmimiz çok kaliteli olmamasına rağmen ilgilendirdiği
konu bu hafta bizi bir araya getirdi. Film, İngiltere’de demir yollarında
çalışan işçilerin özelleştirme sonucunda başlarından geçen traji komik olayları
anlatıyor. Filmin anlatımı sade, vurgular çok güzel. Sanki bir film değil
de ailelerimizden işçi olanların başlarından geçenleri izliyor gibiyiz.
Bir grup işçi kendi
halinde çalışıp az buz kazandıklarıyla yaşamaya çalışırken bir gün işyerlerinde
hiç aşina olmadıkları bir firmanın tabelasını görürler. "British railway" artık
özel bir mühendislik şirketi ile anlaşmıştır ve yeni şirket bazı radikal
fikirlere sahiptir. Ancak bu yeni kararlar işçilerin nazarında pek hoş karşılanmaz
ve bir şekilde filmin başında konuk olduğumuz küçük depodaki herkes işi bırakır
veya kovulur. Burada işçilerin gözünden olaya baktığımızda özelleştirmenin çok
can yakan bir şey olduğu izlenimine kapılıyoruz. Filmdeki pek çok benzer
duygusal vurguya rağmen benim kişisel görüşüm çoğunlukla özelleştirmenin lehine
olacaktır.
Özelleştirme bildiğiniz
üzere kamuya ait olan (tamamı veya önemli bir kısmı) işletmelerin daha fazla
kar elde etmesini sağlamak ve işletmenin marka değerini yükseltmek için özel
teşebbüslere bir süreliğine kiralanmasına veya satılmasına denir. Özelleştirme yapılan
işletmenin de verimsiz veya zarar ediyor olması gerekir aksi halde akıllarda
soru işaretleri bırakacaktır. Özelleştirmelerin en çok eleştirildiği
noktalardan biri de budur; neden bu çok önemli kurum yabancılara satıldı gibi. Bunun
da birkaç sebebi olabilir, ya devlet işletmeyi bilmiyordur ya da devlet kendini
kazıklıyordur. Şuursuz ve ahlak dışı kabul edilen özelleştirmeleri bir yana
bırakırsak, devletler çoğunlukla bu işten yarar sağlar.
Basit bir örnek
verelim; Zonguldak'taki maden ocaklarını düşünün. Eğer bu kömürü dışarıdan satın
alırsak ve işçilerin de paralarını çalışıyorlarmış varsayıp ödemeye devam edersek
devlet daha karlı olacaktır. Bunu sağlayan ise yerin altında çalışan işçilerin
aksine yerin üstündeki yüzlerce kravatlıdır. Ve çok da güzel maaşlar
almaktadırlar. Devlet bir şekilde o kişileri kadrosuna almıştır ve atamıyor da,
kimse neden az çalışıyorsun da diyemiyor. Hal böyle olunca verimsizlik ve
gereksiz masraflar ortaya çıkıyor. Bu tarz işletmelerin bana göre affedilmeden
özelleştirmeleri gerekir.
Peki ama
özelleştirmeden sonra çalışanların bazı hakları yenmiyor mu der gibisiniz. Haklısınız
ama şu anki piyasanın bir şekilde dönmesi için herkes daha fazla ve verimli
kazanmayı düşünmek zorunda. Hal böyle olunca adamlar işçiyi bir an bile olsun
boş oturtmak istemiyorlar. Eğer işçiyle beraber
yemek yerseniz, patronlar ve getirdikleri verimlilik üzerine olan kararların
hepsi orospu çocuğudur. Eğer kravatlılarla yemek yerseniz, işçiler aldıkları
paraları hak etmeyen insanlardır ve daha fazla çalıştırılmaları gerekir. İki tarafın
da emin olun kendilerini haklı çıkaracak argümanları var. Denge nasıl
sağlanıyor derseniz denge sağlanmıyor, herkesin ana, bacıları bazı kere de
ebeleri anılıyor.
Devlete ait olan bir
bankanın hiç de ciroyu artırmak gibi bir derdi yoktur ve çalışanlar da
çoğunlukla pişkindir. Ama özelde iseniz tabiri caizse hayvan gibi çalışırsınız
ve kotalarınız vardır. Şu kadar kart satalım, şu kadar kredi verelim gibi. Şimdi
sen çalışanın gözünden bakarsan devleti tercih edersin ama firma sahibi, piyasa
ve benim gözümden bakarsan da kesinlikle devlet mantığıyla iş yapılmamalıdır.
Yine devlete ait olan
bir işletmede, hepiniz bunu bilirsiniz kabul edelim, sabah bir iki saat daşşak
saatidir. Sonra öğle yemeği faslı sonra saat 5’in beklenmesi felan. Kimsenin işleri
siklediği de yok, hele bir de bir iki saat fazladan çalışmayı teklif etseler
kıyamet kopar. Halbuki özeldeki işçi ve kravatlılar maliyetlerini
karşılamak zorunda olan robotlardır. Bu maliyetler; maaş, yemek, sigorta felan.
Yeri geldiği zaman sabahlara kadar ve hatta hafta sonları çalışmak
zorundadırlar. İşi beğenmedin mi, siktir git kapı orada. Ama bu adamlar daha
çalışkandırlar ve daha yaratıcıdırlar. Hangisinin piyasa ekonomisine faydalı
olduğunu tartışmaya girmiyorum bile.
Daha keskin örnekleri
çöken Sovyet ekonomi sisteminden verelim. Biliyorsunuz SSCB soğuk savaştan ve
savunduğu üretim, tüketim, iş-işçi gibi temel ekonomik sistemlerinin hepsinden
büyük kayıplar vermiş sonrasında ise koskoca devlet çökmüştür. Halkın
durumunu yansıtan sistem hakkında Ruslara ait şu söz çok manidardır; “hiç kimse
işsiz değil, fakat hiç kimse çalışmıyor. Hiç kimse çalışmıyor fakat herkese
ücret ödeniyor. Herkese ücret ödeniyor fakat satın alacak bir şey yok. Satın
alacak bir şey yok fakat herkes ihtiyacını karşılıyor. Herkes ihtiyacını karşılıyor
fakat herkes şikayet ediyor. Herkes şikayet ediyor fakat ne zaman oy kullanma
zamanı gelse herkes evet diyor”.
Sistemde özel
teşebbüsün bulunmaması, çalışanların verimliliklerini arttırmalarını sağlayacak
ve daha fazla çalışmalarını teşvik edecek bir güdünün olmaması üretimde ciddi
problemlerin yaşanmasını beraberinde getirmiştir. Herkese iş garantisinin
sağlanması ve ücretlerde homojenliğin olması işçilerin daha fazla
performanslarını arttırmaları için bir gerekçenin bulunmadığı fikrinin
yerleşmesine neden olmuştur. Dolayısıyla Sovyetler birliğinde işgücünde
verimlilik düşmüş ve merkezi yönetimin tutumu halkta “onlar bize ödüyor
gözüküyor, bizler de çalışıyor gözüküyoruz” sözüyle de ifade edildiği gibi
çalışmamayı teşvik etmiştir. Diğer yandan bir müessesede istihdam zorunluluğu
nedeniyle aşırı istihdamın bulunması ve iş yerinde herkesin bir anda çalışma
olanağının bulunmaması çalışanlardan bir kısmının sadece maaş dönemlerinde iş
yerinde bulunmalarına neden olmuştur.
Filmde sevimli
aileleriyle beraber sıkıntı yaşayan işçiler göze batsa da çok değerli
ekonomistlerden Mises’e göre, İngiliz ulusunu merkantilizmin yarattığı
yoksulluğun ve geri kalmışlığın boyunduruğundan kurtaran, refah ve
kalkınmalarını sağlayan piyasa ekonomisidir. Serbest piyasa ekonomisi veya
kapitalizm olarak da ifade edilen sistem tanımlanacak olursa, rekabete dayalı,
karı esas alan, özel mülkiyet, miras, sözleşme yapma, teşebbüs ve tercih
özgürlüğünün güvence altına alındığı diğer taraftan devletin fiyat
mekanizmasının işleyişine müdahale etmediği bir modeli ifade etmektedir.
Her ne kadar
beğenmesek de kapitalist bir dünyada yaşıyoruz. Kapitalizmin temel mantığı ise
sermaye üretimine dayanmaktadır. Kapitalist üretim insan ihtiyaçlarına yönelmiş
görünse de, asıl amacı maksimum kar elde etmektir. Bu bakımdan kapitalizm,
sermayenin yeniden üretimiyle varlığını sürdürebilmektedir. “Laisses faire-Laissez
passer”, liberal kapitalizmin ekonomik yönünü açıklayan temel ilkedir. Bu
prensibe göre, herkes istediği kadar üretimi, tam rekabet koşullarında, hiçbir
kısıtlama olmaksızın, en yüksek karı elde etmek amacıyla
gerçekleştirebilecektir. Liberal ekonomi, en fazla kar getiren üretimi ve
maksimum tatmini benimser. Bireysel özgürlüklere ve çıkarlara öncelik tanır.
Kar hırsı kapitalistleri rekabete sürükleyerek, zenginleşmelerini sağlayacak ve
sınırsız bir servet elde etme olanağı sunacaktır. Tüm bunlar olurken de
işçilerin ve maliyet kalemlerinin pek tabii ki de düzene sokulması ve
azaltılması gerekecektir.
Sovyetler birliğinin yıkılması anlık bir
hadise değil aksine oluşum süreci uzun yılları kapsamaktadır. Stalin’in sanayileşme
politikaları sonucunda, üretim açısından dünyanın ikinci büyük sanayi devleti
haline gelen Sovyetler birliğinin, kalite ve teknoloji yönünden ise aynı başarıyı
sağladığı söylenemez. Kısaca, sanayinin üretim etkinliğine bakıldığında 1955
yılında 13,5 milyar ruble değerinde ağır sanayide hatalı mal üretilmişti. Bu
rakam Kruşçev döneminde 25 milyar rubleye, 1989’da ise 150 milyar rubleye
çıkmıştır. Bu durum merkezi planlamanın iflasının açık bir kanıtıdır.
Böylelikle merkezi yönetimin devam ettirilmesinin imkansız olması sebebiyle
buna bağlı olarak ekonomide ciddi dengesizlikler meydana gelmiştir. Örneğin,
Sovyet ekonomisinde araba lastiği ihtiyacıyla otomobil ihtiyacı arasında denge,
piyasa mekanizmasının temel unsurları yerine merkezi planlama tarafından
yapıldığından kurulamamakta, böylece ekonomide ya lastik stokları oluşmakta ya
da uzun kuyruklar ortaya çıkmaktaydı. Bazı iktisadi teşebbüsler müşteriler için
değil depolar için çalışmaktaydı. Binlerce kilometre ötedeki fabrikanın kaç
çivi, kaç ayakkabı üreteceği merkezden tespit edilmekte, sonuçta çivi veya
ayakkabı sıkıntısı çekilmekte, ya da üretilenler satılamamakta, bu defa da üretilen
malları yok etmek için kaynak israfı yapılmaktaydı.
Filmin sonundaki kazada
işçilerin önceliğinin arkadaşlarından ziyade iş güvenliği ve işi kaybetme korkusu
olması ise kapitalizmin bir şekilde kazandığını ve hepimizi istediği bireylere dönüştürdüğünü
gösteriyor, acı. İşçilerin abartılı şekilde kovulması ve köleleştirilmesini bir
yana bırakırsak özelleştirme gerekli bir hadisedir. Filmimizde de bu denge
biraz işçiden yana olacak şekilde gösterilmiş. Özelleştirme üzerine yapılmış
güzel filmlerden biriydi bu izlediğiniz. Haftaya bir sıkıntı olmaz ise favori
oyuncularımdan birinin filmiyle beraber oluruz.
The Navigators film eleştirisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder