"Margin Call" filmini J.C. Chandor yazıp yönetmiş. Başrollerde ise Kevin Spacey,
Stanley Tucci, Paul Bettany, Zachary Quinto, Demi Moore, Simon Baker ve Jeremy
Irons gibi önemli oyuncular var. Filmimiz en iyi özgün senaryo dalında oskara
aday olabilmiş ama kazanamamış. Filmimiz 2008 yılında patlak veren ekonomik
krizden çok az öncesinde, bir gün sonra neler olabileceğini anlayan bir yatırım
bankasının aldığı radikal kararları ve şirket içi insan ilişkilerini konu
ediniyor.
"Margin call" deyimi wall
street kökenli bir deyim ve finans aleminde özellikle iflas öncelerinde
çokça gündeme gelir. Yaptığınız işlemin veya yatırımlarınızın belli bir oranın
altına düştüğünü yani zararda olduğunuzu düşünelim (bu oran yapacağınız işlemin
risk katsayısına ve aracı kuruluşun politikasına göre değişir, örneğin forexte otomatik
margin call talimatı vardır ve hesabınız durdurulduğunda zaten olan olmuştur) aracı kurum sizden işlemlerinize devam edebilmeniz için teminat göstermenizi yani biraz daha sermaye yatırmanızı ister, eğer talebi karşılayamazsanız işleminiz sonlandırılır ve zararlarınızı toparlayabilme fırsatı olmadan gümlersiniz, neyse. 2008 kriziyle ilgili en güzel eserlerden biri hiç kuşkusuz
inside job’dır ve daha önceden eleştirmiştik. Bu filmi konusundan ötürü izleyecekseniz
mutlaka o belgeseli de izleyin derim ama burada da biraz tekrar etmemiz gerekebilir.
2008 krizine o senenin eylül ayında ayyuka çıkan Abd’deki taşınmaz mal
piyasasının ve destek aldığı modelin yani mortgage sistemin çökmesi ana etken
olarak gösterilmişti. Milenyumdan sonra emtia fiyatları tüm dünya genelinde
hızlıca artmış özellikle Çin ve Hindistan’ın zenginleşen nüfusu bu durumu
tetiklemişti. Doların da bu süre zarfında özellikle euro karşısında değer
kaybetmesi güvenilirliğini azaltıyordu. 2000 yılının ikinci çeyreğinde dolar,
euro karşısında tarihinin en yüksek oranına sahipken (1 euro=0,8300 dolar) 2008
yılının ikinci çeyreğinde bu oran tarihinin en düşük oranına dönüşüyordu. (1
euro=1,6000 dolar)
Amerikan rüyasının en
güzel hali herkesin müstakil evinin ve arabasının olduğu en az üç çocuklu bol
yemeli içmeli ve tüketim dolu bir hayattır. Mortgage denilen sistemle herkesin
ev sahibi olması için tüm ülke çapında aileler ve kredi kuruluşları beraberce
hareket ediyorlardı. Ev satışlarının sürekli artması da bazı kötüye giden
sinyalleri adeta yok sayıyordu ve çoğu kişi ülkenin refah seviyesini ev fiyatlarıyla ve satışlarıyla
orantılıyordu. Her şey güzel giderken 2008’de birden evlerin fiyatları yükselmeye
başladı. Fiyatlar yükselince de üzerine kurulan sistem birden sektelemeye başladı
ve "subprime mortgage" denilen özellikle gariban tayfanın nemalandığı yüksek
risk ve faizli kredili sistem çöktü.
İşin asıl yıkım boyutu
ailelerin evsiz kalmasından ziyade bu kredilerin karşılıklarının durumu idi.
Dünyanın belki de en patlamaya hazır balonunu oluşturan wall street, fakir
ailelerin bu ödeyebileceklerini düşündükleri kredi akitlerini tahvil haline
getirip çok riskli gelirler elde ediyorlardı ancak aileler borçlarını
ödeyemeyince ve acı tablo gün yüzüne çıkınca tüm ilintili kurumlar; bankalar,
kredi kuruluşları, inşaat piyasası piç gibi kalmıştı. Elinde çok miktarda
mortgage kredisi bulunduran bankalar alacaklılara borçlarını ödeyemeyince daha
doğrusu teminat gösteremeyince batmaya başladılar. İlk iflas Bear Stearns’dan
geldi ve bu banka hükümet tarafından bir başka banka olan jp morgan’a satıldı.
Bu iflası diğer bir
yatırım bankası olan Lehman Brothers (abd’nin en büyük iflası olmuştur,
bankanın tam 600 milyar borçla battığı söyleniyor), Merrill Lynch, Washington Mutual ve Wachovia izledi. Ardından kriz dalgası meşhur sigorta firması
American International Group’u (yıllık gelirleri 68 milyar dolar civarında) tehdit etmeye başladı ve hükümet bir kurtarma
paketi hazırlamaya karar verdi. Çünkü abd’de sigorta şirketleri devasa öneme ve
fonksiyona sahiptiler. Az kalsın ülkede uçak dahi kaldıramayacaklardı. Sıradaki
tehdidin General Electrics ve Motor (yaklaşık 300 milyar dolarlık yıllık gelir), Us Steel (yıllık 18 milyar dolar) ile başkanın koltuğu olmasından
korkuluyordu ve tam 700 milyar dolarlık bir paket hazırlandı. Başı kurtarmak
için kolları ve bacakları kestiler. Bu arada dünyanın tüm bölgelerinden abd
askerlerinin son 5 yılda çekilmesinin sebebi barış felan değil askeri
birliklerin inanılmaz masraflarıdır.
Peki bu kriz bize neler
anlatıyordu? 1929 yılında kapitalizm en büyük savaşını vermiş, tarihin gördüğü
en büyük krizlerden birini yaşamıştı. Adam smith’in “bırakınız yapsınlar”
mottosu "büyük buhran"da büyük bir yenilgi almıştı. Tarihin en büyük
iktisatçılarından olan Keynes, 1929 yılındaki krizde yepyeni bir modeli öne
sürmüştü. Keynes’e göre piyasa tamamen özgür bırakılmamalı ve devlet yeri
geldiğinde müdahale edebilmeliydi. Marx’ın arz fazlalığı diye yorumladığı olayı
Keynes talep eksikliği olarak yorumlamıştı ve devletin bu durumu düzeltebilecek
merci olduğunu savunmuştu. Dediği gibi de oldu ve devlet getirdiği politikalar
sayesinde bir şekilde krizden kurtuldu. Bu politika çoğu kez hala
uygulanmaktadır. Bunun en güzel yollarından biri de bence sinemadır. Türkiye’de hadi alışverişe çıkın, yastık
altı altın ve paralarınızı piyasaya sürün diye pek çok siyasi tavsiyeler duymuşsunuzdur. Aynı mantığın ürünüdür. Yani tam manasıyla tüketim toplumu keynes’in ana hedefidir. Herkes
çoğunlukla kredi kartları yüzünden bir ay arkadan gelmeli ama sürekli alışveriş
yapmalıdır.
Sinemanın en büyük kurtarıcılardan biri olduğunu ve bir şekilde amerikayı ayakta tuttuğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Son yıllarda hiç olmadığı kadar marvel ve dc comics karakterlerini görmeye başladık. Bunlar iron man, spider man, superman, batman, thor vb. fiktif karakterler. Ve bu filmlerin hepsinin de gişelerde milyar dolara yakın hasılat elde ettiğini hatırlatalım. Marvel'ın walt disney company'e, dc comics'in de warner bros'a ait olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Bu kadar ilgili filmin sıkça ve cılız senaryolarla sinemalara gelmesine başka bir teoriyi ilişkilendiremiyorum. Şöyle de bir veri vereyim; Amerika'nın en büyük dört bankası ve yıllık gelirleri şu şekilde: JP Morgan (97 milyar dolar), Bank Of America (83 milyar dolar), Citigroup (70 milyar dolar), Wells Fargo ( 86 milyar dolar). Uluslararası çapta büyüklüğe sahip titan firmalara da bakalım mı; PepsiCo (66 milyar dolar), CocaCola Camp. (47 milyar dolar), McDonald's (28 milyar dolar), WallMart (470 milyar dolar), Apple (156 milyar dolar). Bir de sinema devlerine bakalım; Walt Disney Company (38 milyar dolar), Warner Bros (12 milyar dolar)
1929 krizinden bir
şekilde çıkılmıştı ancak devlet, keynes’in dediği gibi sadece piyasalara
müdahale etmekle kalmadı, finans ve borsa dünyasını da getirdiği kurallarla
kontrol altına aldı yani modeli güya kendi lehine güncelledi. Ancak 1970
yılında stagflasyon olunca ki keynes’e göre hem işsizlik hem de enflasyon aynı
yönde hareket edemezdi, keynes’in ve koca ekonomik yapının güvenilirliği
sarsıldı. Bu modelin de güncellenmesi gerekiyordu ve artık dünya iyiden iyiye
globalleşmeye başlıyordu.
Ardından friedman
isimli bir diğer önemli ekonomistin savunduğu model kısmen uygulanmaya ve
benimsenmeye başladı. Bu model devletin temel kamu hizmetleri dışında piyasaya
müdahale etmemesi gerektiğini savunuyordu. Ve çoğu kişiye göre ekonomik model
en iyi halini almıştı. Diğer modellerin doğruluğu tartışılır ancak aralarından
tek bir hatalı seçmemiz istenirse bu bence smith olacaktır çünkü devlet hiç müdahale
etmeseydi ihaleler ve tröstleşme şu an ne durumda olurdu bilinmezdi neyse.
Hep yeni modeller
aranıyordu ama 10-20 yılda bir görülen krizler ve krizcikler var olan sistemi
sorgulatıyordu. Acaba karl max’ın dediği gibi kapitalizm eninde sonunda kendini
öldürecek miydi? Yoksa krizler kendiliğinden olan orman yangınları gibi belli
periyotlarda olması normal olan şeyler miydi? Self-temizlik mi yapılıyordu yani lo? Derken
dünyada hızlı bir neoliberal yapı hakim olmaya başladı (Türkiye’de de özal ile
aynı sistem benimsendi) ve internet ile haberleşmeyle de beraber inanılmaz büyük
bir global ağ ortaya çıktı.
Bundan sonra olacak bir
kriz ister istemez tüm ülkeleri etkileyecekti. Neyse dünya bir şekilde
etrafında dönerken abd’de finans piyasaları artık abuk sabuk şeyleri bile satıp
almaya başlamışlardı. Bunlar arasında en acayip ve sonu öngürülemez olanı
mortgage sistemindeki krediler ile bunların alacakları ve verecekleriydi. Ev alan
adamın borcunu bir şekilde wall street sanki çok ender bir emtiaymış gibi tüm
dünyaya sundu ve bu şekilde yüksek risklerle ilk etapta baya da bir para
kazandılar. Çoğu banka ve yatırım kuruluşunun geliştirdiği modeller vardı. Ve modelin
hatasız olduğu tezi hakimdi. Ya da risk yönetimleri sayesinde büyük
tehditlerden kurtulabileceklerdi. Finansal piyasalara sürülen bu türev kağıtlar
öyle bir hal almıştı ki ünlü yatırımcı Warren Buffet: “Bunların neleri
kapsamakta olduğunu normal insanların, hatta delilerin hayal gücü kavrayamaz” diyordu.
Yine Warren Buffet’ın verdiği bir diğer örnek de durumun boyutlarını gözler
önüne seriyordu: “Nebraska’da bu yıl kaç ikiz doğacak?” diye bir iddia kağıdını menkul bir kağıda dönüştürmek için hiçbir engel yoktu.
Ancak tarih hataların
tekrarından ibarettir ki 1998 yılındaki büyük kriz çıkageldi. 1998 yılında önce uzak doğu krizinin tetiklediği rusya’nın
tahvillerini ödeyememesi felan akabinde abd’ye sıçrayan durum o zaman için
dünyanın en büyük hedge fonu olan long term capital management’ın hata yapması
imkansız modelini batırmıştı. Bünyesinde iki adet Nobel ekonomi ödüllü ve her
katında okullarında derece yapan ekonomistler olan kravatlılar kulesi batmıştı.
Kimse ne olduğunu anlayamadı ve bu şirket bir haftada modellerinin akıbeti
anlaşılınca 2-3 milyar dolar para kaybetti. O sene modeli batan bir tek onlar
değildi. Borsacıların kralı olan George soros’un quantum fonu 2 milyar dolar
kaybetti. Bir diğer ağa babası Julian Robertson’un tiger fonu ise 3.3 milyar
doları kısa bir sürede batırdı.
Wall street’te meşhur
bir laf vardır: “iki tür insan para kaybeder, her şeyi bilenler ile hiçbir şey
bilmeyenler” İşte bu krizlerde maalesef her şeyi bilenler iflas etmişlerdi. İflas
etmelerini sağlayan ise yüzlerce süper zeki çalışanlarının sürekli kontrol
ettiği modelleriydi. İşte 2008 krizinde özellikle mortgage sistemi tüm
büyüklerin modellerini patlatmıştı. Ve şimdilerde herkes yine aynı düzen devam
ediyor. Tarihin en büyük ikinci krizi diye adlandırılan 2008 durumu unutuldu
gitti. Üzerinden 5 yıl geçmiş, şimdilerde hep beraber yeni krizler ve modeller
bekliyoruz.
Peki filmimiz neyi
anlatıyor. İşte bu 2008 yılında devasa yatırım firmalarından birinde toplu
işten çıkarmalar yaşanmaktadır, daha büyük kriz başlamamıştır. İşten çıkartılan
risk masası şeflerinden biri önemli bir tehditten bahseder ama yine de bunu
kovarlar. Derken çalışmalarını, yanında çalışan teknik analistlerden birine verir. İlgili arkadaşımız firmanın
modelinin tabiri caizse sıçtığını görür ve bu yakın zamanda firmanın güvenini
yıkabilecek boyuttadır. Önemli olan ilk etapta batmak değildir. Firmanın aleyhindeki
tek bir haber zaten zamanla o işi yapacaktır. Bu durum ilgili tüm çalışanlara
duyurulur ki herkesin bir patronu vardır ve herkes de kötü kalplidir, işte sana wall
street.
Büyük patronların işin
özünden anlamayıp sürekli bize İngilizce konuş bebeğim teknik konuşma demeleri
çokça vurgulanmış. Soros da dahil tepedekiler teknik
bilgiden yoksundurlar. Kimisinin derdi köpeği kimisininki ise lüks arabadan
olma korkusudur. Gördükleri katastrofik krizden ise tüm dünya etkilenecektir
ama adamların tabi umurlarında değil. Şirket olağanüstü toplanır ve ellerinde
bulunan hisselerin bir an önce elden çıkarılmasına karar verirler, bu
hisseler ölü hisselerdir ve tüm alıcılara patlayacaktır. Tamamen ahlak dışı olan
ama bir şekilde yasalardan dolayı sıyrılabildiğiniz bu yöntemle krizden en
azından sağ çıkabilirsiniz, filmdeki firma da aynen öyle yapmıştır. Aynısını deneyip
de yapamayan lehman bro ise malumunuz tarihteki yerini almıştı.
Filmdeki alt üst
ilişkileri, wall streetin o meşhur kravatlı ordusu, hızlı yaşa genç öl
prensibi, başarısızın kabullenilmediği bir dünya ve ruhsuz orospular diyarı
güzelce vurgulanmış. Filmdeki en başarılı aktörler de tabii ki risk birimi
başkanı kevin spacey (kriz adamın sikinde değil ölecek köpeğini, başarısız
aile yapısını düşünmekte fazla da bir şey yapmamaktadır) ile jeremy irons’un
canlandırdığı big boss karakteridir. Bu gaddar kerim edasındaki karakterin film
içindeki karizması görülmeye değer. İnsanın film izlerken ayağa kalkası
geliyor. Buyurun efenim, hoş geldiniz felan. Yaptığı acımasız planın ne kadar
gerekli olduğunu vurguladığı sahnelerde maalesef kendisine katılıyorum. Sonlara
doğru söylediği şu sözler çok acı ve gerçek: “Hepsi kağıt parçası için. Ama
bunu neredeyse 40 senedir her gün yapıyorsun Sam. Eğer bu kağıt parçası içinse,
her şey öyle. Bu sadece para. Uydurma (hayali). Üzerinde resimler olan kağıt
parçası. Yani yiyecek bir şeyler alabilmek için birbirimizi öldürmemize gerek
yok. Bu yanlış değil.
Bugün de geçmişten
farklı değil. 1637, 1797, 1819, 1937, 1957, 1984, 1901, 1907, 1929, 1937, 1974,
1987, Tanrım! Ne sikmişti belamı. (1720’de, Güney Denizi balonunun doruğunda,
döneminin en büyük dehası olan Sir Isaac Newton bile isteriye kapılmıştı.
Bilimsel alandaki parlaklığı finans alanında da geçerliymiş gibi yatırım yapan
Newton sonunda 20,000 sterlin kaybetmiş ve iflas etmişti) 1992, 1997, 2000 ve
daha nicesi. Hepsi aynı sebep için, tekrar ve tekrar. Kendimize engel
olamıyoruz. Ayrıca kontrol etmek, durdurmak hatta yavaşlatmak istiyoruz.
Ucundan bile değiştiremedik durumu. Sadece tepki veriyoruz. İşleri doğru
yaptığımızda bir sürü para kazanıyoruz. İşleri yanlış yaptığımızda ise yol
kenarına terk ediliyoruz. Her zaman böyleydi ve böyle olacak. Kazanan-kaybeden,
mutlu sikler-üzgün çoraplar yüzdesi hep aynı kalacak. Şişman kediler ve
açlıktan ölen köpekler. Belki bizim gibilerin sayısı bugün olduğundan daha
fazla olacak fakat yüzde yine aynı kalacak.” Bu son sahnedeki konuşmaya ve
içeriğine bayılmamak elde değil.
Filmi açıkçası başarılı
buldum, çoğu wall street temalı filmi sevmem ama burada şirket içi hiyerarşi ve
alınan acımasız kararlar çok güzel oynanmış. Filmde bazı yerlerde aşırı teknik
konuşma geçiyor konuya ilginiz yoksa sıkılabilirsiniz, daha az sıkılacağınız ve
filmde bahsedilen dolandırıcılığın gerçek yüzlerini görmek
isterseniz dediğim gibi inside job belgeselini izlemelisiniz. Neyse bebeğim
haftaya bir sıkıntı olmaz ise yine güzel bir filmle karşınızda oluruz.
Margin Call film eleştirisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder