“Death takes a holiday”
filmini Mitchell Leisen yönetmiş, kendisi ikinci dünya savaşı zamanlarında Amerikan
kültürünün o ilk romantik filmlerinden ve anlatımlarından bazılarını çekmiş,
ortaya çıkarmıştır. Başrollerde ise Fredric March ve Evelyn Vanable yer
almaktadır. Fredric March, eskilerin önemli jönlerinden biridir, kendi zamanını
düşünecek olursak ciddi şekilde başarılı bir aktördür. Şu devirde aktör olmak
istesen önünde yüzlerce güzel örnek olacaktır, kendine bir psikopat, deli, sapık
veya salağımsı bir örnek alabilirsin ama 1934 yılında oyuncuların böyle bir
şansı olduğu söylenemez. Eskiden örnek alınacak tek yer tiyatro olduğundan eski
filmlerdeki dilin de mükemmele yakın olduğunu görürüz, zaten çoğu eski aktörün
de tiyatro geçmişi vardır. Bir de tiyatro demişken bu zırt bırt reklamlara
çıkan çok güzel hareketler bunlardakiler tiyatrocu felan değil.
Tiyatrocu dediğin adam
sürekli kitap okuyacak, bir kere kesinlikle Fransızca veya İngilizceden birini
çok iyi konuşacak, kendi tiyatrosuna klasik oyunlardan birini uyarlayacak ve
yorum katacak, konuşurken de kendini belli edecek, Ferhan Şensoy mesela o adamı
bir konuşurken izleyin ya da Erdal Bakkal ya da Erdal Beşikçioğlu felan. Bu
kadar basit, uyuşturucu partileri, akşam hayatı, cılız dizi ve reklamlarda
şaklabanlıklar böyle tiyatrocu olmaz, en azından bana göre. Fredric March’ın “the
best years of our lives” ve “dr. Jekyll and mr. Hyde” diye iki adet çok iddialı
filmi daha var, bu filmlere ileride değinmeyi düşünüyorum. Özellikle “dr. Jekyll” benim
favorilerimden ve mutlaka izlenilmesi gereken bir başyapıt. “Death takes a
holiday” filmi alberto casella’nın 1924 yılındaki operası “la morte in vacanza”
dan uyarlanmıştır. Asıl dikkat çeken ise hepinizin bildiği başrollerinde brad
pitt ve anthony hopkins’in yer aldığı 1998 yapımı “meet joe black” filmi “death
takes a holiday”in bir remake’idir, yani uyarlaması.
1934 yapımı bir filmi
1998 yılına uyarlayınca da haliyle bariz değişiklikler göze batıyor, en çok
dikkat çeken değişiklikler bahsi geçen Amerikaların farkları. İlk filmde
aristokrat bir aileyi ziyaret eden ölüm, ikinci filmde yine zengin bir kişiyi
seçer ama bu sefer diğer insanların içine de karışacak, şirket hayatının içinde
kendine ufak eğlenceler arayacaktır. İkinci filmin de çok başarılı olduğuna
inanıyorum. Bazı ödül törenlerinde (1999 razzie ödülleri) bu filme en kötü
remake ödülü verilmişti ama unutmayın ki yılın en iyi filminin twilight ve en
iyi sanatçısının da justin bieber olduğu alemler mevcut. O yüzden kale almayın,
rahat olun.
Bu iki filmdeki çok
hoşuma giden farklılık da şu; ilk filmdeki ölümün kolay sinirlenebilen ve
anında tehdite başvuran ve dayanamayarak kendini belli eden bir karakterde
olmasına rağmen, ikinci filmimizde ölüm, çok doğal davranabilmektedir. İlk defa
tattığı zevklere verdiği reaksiyonlar çok başarılı sahnelerdi. Nereden çıktı bu
ölüm kalım filmi diyecek olursanız, size “macario” adlı yazımı hatırlatırım. O şaheserin
eleştirisinde ruhani varlıkların insanoğluyla iletişimiyle ilgili filmlere ve içerdiği mesajlara değineceğimi söylemiştim. Macario’da dünyanın ve içindeki
güzelliklerden ziyade fakirlik ve cahilliğin de geçici olduğu, hırsın zararları
vurgulanmışken, ilgili filmlerimizde
dünya malını hiçe saymanın asıl vurgu olduğu görülüyor. İlk filmden ziyade
ikinci filmimizde paranın ve harika bir yaşamın içindeki bunaltıcı ve
samimiyetsiz kapitalist hayat hepimizi germiştir, ölümün de giderken insanlara
bunu hatırlatması çok manidardı. İnsanların köpekleşmesi ise belli ki ölümü en
fazla geren şeylerden biriydi.
Ölümün iki filmde de
aşık olabilmesi ise holivudun romantizme bakış açısıdır, tartışmaya açık bir
konu değil. Belki bir uyarlama daha yapılacak ileride ve ölüm, lady gaga
konserindeki bir emo’ya aşık olacak felan. İnşallah klasiklerin uyarlaması
artık yapılmaz. Siz “meet joe black”i beğenmiyorsunuz ama oyuncu kadrosuna
bakın da öyle konuşun, amına koduğumun cahil manyakları. Ölümün bence iki
filmde de en çok şaşırdığı ve insanoğluna acıdığı yerler ise ölüme rağmen hala
çaba sarf eden insanların tepkileri olmuştur, adam öleceğini bilir ama hala dünyadaki
yaşamıyla ilgili kaygıları ve planları vardır, burada biraz da senaristlerin
ahiret yaşamına olan bakışları da önemlidir. İkinci filmdeki gibi ölüme
yolculuk yaşayan insanın herhalde ben cennete giderim demesi gerekir ki artık
dünyadaki şeyler anlamsızlaşmalıydı ama olmadı bu da bizi holding çatısındaki
basit güç savaşına ve aile fertlerinin korunması kaygısına soktu.
İkinci uyarlama daha
hafif ve romantik dedik, burada brad pitt’in olması en büyük etkendir ve ikinci
filmde ölüm görevini yapmak için gelmiştir, tatile değil. Oysaki ilk filmimizde
ölüm tamamen tatil için gelmiş ve sonrasında beklenmedik şeyler olmuştur. İzlerken o kadar keyif alıyorum ki tarif
edemem. Hep bahsediyorum klasik filmlerdeki dil, çok karizmatik ve zeka açıcı
iken oyunculuklar da muhteşemdir. Çok sevdiğim bu iki uyarlamayı da izlemenizi
tavsiye ederim ama ilk filmin Türkçe altyazısını bulamayabilirsiniz.
Bundan sonraki yazıda
şimdiye kadar izlediğim tüm filmleri ele aldığımızda en beğendiğim karakterin
olduğu filmi eleştirmeye çalışacağız. Bu karakterin yanına başka hiçbir
karakter yaklaşamaz, tartışmaya açık bir konu değil. Kendisinin de en
beğendiğim aktörlerden biri olduğunu daha önceleri söylemiştim, bu ipucuyla
biraz kafa yorun bakalım. Filmimizi güzel bir genel kültür bilgisiyle kapatalım. Columbia pictures'ın meşale tutan bayan sembolünü hepimiz defalarca görmüşüzdür. Oradaki bayan, filmimizin başrol oyuncusu Evelyn Vanable'den esinlenilmiştir. Evelyn, çok hoş, hanım hanımcık, mulis, acayip sevimli bir şeydir;
Death Takes a Holiday film eleştirisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder