Geçen yazımızda ütopyaya tekrar değinmiş ve bazı önemli ütopya örnekleri üzerinde durmuştuk. Yazımızın sonunda da ütopyaların bi bakıma tarihte denenmiş ama başarıya ulaşamamış uçuk kaçık fikirler olduğunu vurgulamıştık. Bu haftaki eleştirimizin odağında yer alan film de tamamen hayali dünyalara ait sahneler içermektedir. Aslında ütopik dediğimize bakmayın filmin konusu ve mesajları sadece başroldeki manyaklar için ütopyadır, geri kalan herkes için bu filmdeki dünya distopiktir yani özendirici bir güzelliği olmayan hayali dünya. Distopik filmlere daha önceden "metropolis" ve "el topo" ile değinmiştik ileride değinmeyi de düşünüyorum ama gerçekten de yılan görse iki gün yemek yiyemeyen okuyucularım var, arada sayılarını tam bilmediğim bayan okuyucular olduğu da kesin, bu kesimden şiddetli küfürler yememek için maalesef fazla değinemiyorum. Kafamda birkaç tane daha sıkıntılı film eleştirisi var, cesareti topladığım bir zamanda onlara da değinebilirim.
Bu haftaki filmimizin adı “Salò, or the 120 Days of Sodom” yani "salo ya da bir sodomun 120 günü". Filmimiz dünyanın gelmiş geçmiş en sıkıntılı, en iğrenç, en idraki zor birkaç filminden biri. Filmimizin yönetmeni ise pier paolo pasolini. Bu manyak adam, filmi aynı isimli romandan sinemaya çevirmiş. Kitabın yazarı ise Marques de Sade. Kendisi aristokrat olmasının yanı sıra (marques bir aristokrasi derecesidir) sıkı bir sapıktır. 13 yılı akıl hastanesinde olmak üzere 30 yıl hapiste kalan bu kendi asrının manyağı, erotik ve sert pornografik yazılarıyla ünlenmiştir. Güzel sayılabilecek filmlerden "Quills", bu manyağın hayatını anlatıyordu hatırlarsanız. Günlük hayatta çokça duyduğumuz “sadist” kelimesi de bu manyağın adından türetilmiş. İtalyan yönetmen de, sade'nin bu acayip kitabını 1940'lı yıllara uyarlar yani ikinci dünya savaşına. Biliyorsunuz pier pasolini aşırı derecede komünist eğilimleri olan dolayısıyla da hemşerisi mussolini ve rejimi faşizmden nefret eden birisidir. Ayrıca eşcinsel olduğu da söyleniyor. Esinlendiği kitabın ismini “salo” ekleyerek değiştirmesinin nedeni ise mussolini'ye yaptığı göndermedir. İkinci dünya savaşı esnasında 1943-1945 yılları arasında yaşayabilmiş İtalyan sosyal cumhuriyeti'nin diğer adı salo cumhuriyetidir.
Film 1975 yılında İtalya'da çekilir ve gösterime girmeden birkaç gün önce de yönetmen öldürülür. Çünkü filmdeki sahneler idraki zor sahnelerdir. İtalyadaki fanatikler pasolini'yi daha önceki çalışmalarından ötürü kara listeye almışlardı. Bu filmle bardağı taşıran yönetmen, filmini sinemada izleyemeden öldürülmüştür.
Film dediğimiz gibi kitaptan esinlenmiş ama birebir aynısı değil. Filme göre ikinci dünya savaşının son günlerinde mağlubiyeti anlayan İtalyanlar savaşın acılarını unutmak için salo cumhuriyetine bağlı bir kalede, distopik bir atmosferde 120 gün boyunca dış dünyayla teması keser ve hayallerini yaşarlar. 4 tane varlıklı mussolini rejimine mensup İtalyan, 9'u erkek 9'u da kız olmak üzere 18 tane genci civar köylerden kaçırırlar ve ilgili kaleye getirirler. Bu gariban gençlere eşlik etmesi ve kıvama gelmelerini sağlaması için de, galiba her gruba bir tane düşüyordu, 4 adet yıllanmış orospu vardır. Ayrıca 4 zengin italyanın şahsi korumaları da vardır ve onlar da olaylara müdahil olurlar.
Film kabaca dört bölümden oluşur. İlk bölüm giriş bölümüdür ve gençlerin toplanması ve kaleye geçiş süreci anlatılır. 120 günlük acayip düşün bir iki günü bu girişle geçiştirilmiştir. Daha sonra kuralların, planların anlatılması gelir ki kaçırılan gençler başlarına fiziksel ve psikolojik deney yapılacaklarını hatta erkekli kızlı tecavüze uğrayacaklarını bilirler. Düklerden biri bunu deklare eder. Ama gençler de benim gibi ilerleyen sahnelerde nelerin yaşanacağından habersizdir. Sadece kaçırılıp tecavüze uğrasalar bu filme şu an değinmezdik çünkü buna benzer olaylar maalesef çokça yaşanıyor ve ilgili onlarca film var. Ama burada işkencenin bokunu çıkartıyorlar. Bokunu çıkartıyorlar demişken filmimizin üçüncü kısmı bok çemberidir. Bildiğin bu bölümde bok ile ilgili acayip sahneler var. Bok nerden gelir, nasıl çıkar, bok banyosu nasıl yapılır, bok küvetinde kaç saat kalmak cilde yararlıdır, bok yemeği nasıl pişirilir ve en önemlisi nasıl ikram edilir? Ve tabii ki de bok nasıl yenir? Çatal sol elde mi olmalı sağ elde mi olmalıdır? Ağızda bok varken konuşulmalı mı ya da dudaktan öpüşülmeli midir? Tüm bunların hepsini sağ olsun film sayesinde öğreniyoruz. Daha fazla söylenecek şeyler var ama idrakı zor kardeşim, baştan sona izleyemezsiniz, iddia ediyorum çok zorlanırsınız. En iddialı gerilim kesme doğrama filmlerinin bile nice müptelaları varken bu filmi izlemek çok zor hem de çok.
Son bölüm ise artık kesme doğrama işkencelerinin olduğu kısımdır ve 120 günlük hayal de yavaşça sona erer. Buradaki sahneler de anlatmanın mümkün olmadığı görüntüler içermektedir. Ama tüm bu olup bitenlere rağmen gençlerden bazılarının birbirlerine derin duygular beslemesi ise gözlerden kaçmamıştır. Bunun da sebebi gençler güya solcu oluyor ve her durumda ümitlerini yitirmiyorlardır. Ne kadar güzel duygulandım diyemeyeceğim. Çünkü bu gençler sağlı sollu tecavüz yetmiyormuş gibi bir de ağızlarına sıçılıyor (gerçek anlamda) ve sonlara doğru da dal taşak her şeyleri kesiliyor, o saatten sonra ümidi kesmesen ne olur camış? Yani demeye çalıştığım böyle faşizm ya da artık neyse onun eleştirisi olmaz. Oradaki gençler satanist olsa yine acırsın, çünkü varlıklı İtalyanlar öyle bir resmedilmiştir ki iş artık siyasi bir tarafı haklı veya haksız göstermenin çok ötesine geçmiştir.
Bazı filmler vardır hakketen değişik bir atmosferi, akışı ve hikayesi vardır ama bu filmi kategorilendirmek imkansız. Grotesk bir havası var diyeceğim ama zıt şeylerin birleşimi yok. Yani korkuyla sevinç, komediyle hüzün ya da aşkla intikam belki de ütopik ile distopik. Ama bu filmimiz kötü bir rüya görüp de bir an önce uyanmak isteyen bir insanı andırıyor. Oyuncuların bile rahatsız oldukları aşikar. Sanki bir an önce çekelim de bitirelim havası var gibi. İnanır mısın filmin müziklerini ennio morricone yapmış. Kendisini meşhur western müzikleriyle tanıyoruz. Böyle bir projede olmayı nasıl kabul eder anlamak güç. Bir de filmi baştan sona izleyemedim diyor, ulan herhalde izleyemecen am yarması. Senin gibi bir entelektüelin böyle iğrenç bir projede ne işi var ya.
Filmimiz faşizmin ve güc odaklarının çok ama çok sert bir eleştirisi. Passolini biriktirdiği yılların kinini bu filme çıkartmak istiyor gibi. İdraki zor bir film. Estetik mi derseniz tartışılır. Passolini'nin dünyasına girebilmek lazım galiba. yönetmenin Teorema (1968) filmini beni çekmişti içine ve çoğu kişiye de öneriyorum ama bu film açıkçası beni kendi dünyasına çekemedi. İlginç bir deneyim için denenebilir.
Salò, or the 120 Days of Sodom film eleştirisi
Salò, or the 120 Days of Sodom film eleştirisi
yazı çok güzel içerik berbat olsa da insan da merak uyandırıyor böyle uç karakterler, kitaplar, filmler. Bir solukta okudum kalemine sağlık. Bu arada küfür etmek sana çok yakışıyor.
YanıtlaSilne kadar kufr etsem az hayır nası cektiniz ya ben anlamadım yani harbiden bunda oynayan kodugumun herifi nası oynadı ki ben izleyemedim belki yarısını bulamamısımdır filmin.neyseki sen yeterince giydirmisin baskan valla burda ben rahatladım
YanıtlaSilnabıyonuz
YanıtlaSilFİLM GERÇEK HAYATTAN ALINMIŞTIR.
YanıtlaSilpier paolo Komünist bir yönetmendir. Bu filimde aşağılık zenginleri zevklerini anlatmaktadır. Onların sapkın duyguları para ve sermayeye güvenerek Faşizm ile kurulmuş kukla devlet salo'da isteği iğrençliği yapabilmeleridir.
Ayrıca marques de sade bir filazoftur. Salo'da yaşanna Burjuva sapıklığı ve bilinçli istekliği analtıyor. Yalan atam palavra sıkma