“V for vendetta”
filmini James McTeigue yönetmiş. Filmimizin
senaryosu Wachowski kardeşlere ait olmakla beraber esinlenilen kaynak aynı
isimli çizgi roman. Film dünya çapında yoğun ilgiyle karşılanmış ve yaklaşık
135 milyon dolar hasılat elde etmiş. Sinemaya gidip de verdiğim parayı helal ettiğim
sayılı filmlerden olan V, benim favorilerimden ve mutlaka değinmeliydim. Başrollerde
ise natalie portman ile favori oyuncularımdan olan müthiş yetenek Hugo Weaving
yer alıyor. Tek kelimeyle muhteşem bi şey kendisi.
V filminden sonra dünya
genelinde hızla guy fawkes maskeleri yayılmaya başladı. Keşke bu kadar
liselilerin eline düşmeseydi diyoruz ama yine de bu ortak mesajı ve simgeyi
alkışlamak gerek. Guy fawkes, İngiliz tarihinin en büyük vatan hainlerinden biri
olarak kabul edilir ve parlamento binasını havaya uçurmaya teşebbüs ederken,
söylenenlere göre bir diğer anarşist arkadaşının ispiyonlaması üzerine
yakalanır ve yoğun işkencelere maruz kalır ardından da asılır. Biz her ne kadar
filmden sonra öğrendiysek de İngiltere’de "guy fawkes günü" uzun bir süredir
kutlanıyor.
Guy fawkes, döneminin ve
şimdiki anarşist iddia edilen kişilerin fikir babası gibi gözükmektedir. Dünya çapında
cereyan eden pek çok hükümet aleyhtarı gösteride bu maskeleri gözlemlemek
mümkün. Tamam, şimdilerde herkes sokakta bu maskeyi takıyor ve polisle aralarında
kaçabilmeyi mümkün kılan bir mesafe var, peki guy fawkes’ın derdi neydi? Fawkes,
1. James’in yönetiminden oldukça rahatsızdı, bunun asıl sebebi ise fawkes’un
koyu bir Katolik olmasıydı ve İngilizlerin yeni dini olan Protestanlığa şiddetle
karşı çıkmasıydı. Nitekim bu arkadaş amacına ulaşamaz ve Protestanlık da devam
eder. Her yıl 5 kasımda da İngilizler guy fawkes maketlerini yakıp, onun ruhuna
küfür ederler, bu maskeyi takan küçük çocuklar da guy için dilenirler(guy için bir peni diye para isterler ki filmde, metrodaki V ile komiserin buluşmasında V söze böyle başlar) ve
aşağılama devam eder, yani ingizlerin ulan ne kadar iyi bir adam çıkarmışız
dedikleri felan yok.
2005 yılındaki filmden
sonra artık işin rengi değişti ve bu maskeyi takanlar maskeyi onurlandırmaya
başladı ve şimdilerde tüm isyanların, otoritenin tüm maddelerini reddeden
anarşistlerin en büyük sembollerinden biri oldu. Yıllar önce bir başka İngiliz kelimelerin
gücünü hafife almamalısınız diyordu, artık maskelerin de gücünü hafife
almamalısınız diyebiliriz.
Filmimize göre Amerika,
ortadoğudaki bitmek bilmez savaşlardan sonra ekonomik bunalıma girmiş ve salgın
hastalıkların da yardımıyla o şaşalı günlerinden uzaklaşmış ve dünyanın ağası
yine yeniden İngiltere olmuştu. Devlet başkanı olan adam sutler nasıl
becerdiyse kraliyet ailesini de saf dışı bırakmış ve ülkenin tek gücü haline
gelmişti. Tüm bunlar olurken insanların düşünme ve düşüncelerini ifade etme
yetileri ellerinden alınmıştı. Tüm halkın aynı anda izleyebileceği, zorunda
oldukları, basın ağları kurulmuştu.
Kahramanımız olan V ise
yıllar önce toplama kampında başından geçenlerin hesabını adam sutler’dan almak
istemektedir. Biyolojik deneylere maruz kalan kahramanımız tesislerdeki
patlamadan sonra artık başka bir şey olmuştur, hem kendisine yapılanların hem
de tüm İngiliz halkına yapılan faşistliğin intikamını alıp var olan otoriteyi
yıkmak istemektedir. V’nin iki düşmanı vardır; birincisi adam sutler ve
yandaşları ki hepsiyle teker teker uğraşır. Bir diğeri de İngiliz halkıdır ki
onlara kızgın olma sebebi seslerini çıkartmamalarıdır. Adam sutler’ın düzenini
bozarak ondan intikam alan V, halktan da o dalga geçtikleri maskeyi hepsine
giydirerek intikamını alır.
Halktan intikam alır diyoruz
ama halka düşmanlığı belirgin değildir sadece küskündür çünkü artık halkın
neyin iyi neyin de kötü olduğunu bilecek ne cesareti ne de doğru bilgi kaynağı
vardır. Tek televizyon kanalından izlediklerine inanmak zorundadırlar. V,
isyankar ya da anarşist olabilir ama böyle olmaktan başka şansı yoktur çünkü
yetkililerin nasıl yönetimi ele geçirdiklerini, din ve milli bütünlük
deyimleriyle de halkı beslediğini bilmektedir. Müthiş bir entelektüel
karakterinin yanı sıra hem sıradan insanlarla anlaşamaz hem de vücudundaki
yanıklardan sosyalleşemez, yani güzel bir kızla evlenip koy ver götüne de
diyemiyor.
V’nin yeni hedefi
"stalin’in tavukları"ndaki tavukları kurtarmaktır. Anlatılanlara göre bir gün
Stalin yardımcılarıyla istişare yaparken onlara halkı nasıl yöneteceklerini
sorar ve hepsinden farklı cevaplar gelince, durun şimdi size göstereyim der ve
bir tavuk getirtir. Tavuğun tüylerini yolan Stalin (hikaye işte fazla
kurcalama) çırılçıplak kalan tavuğu bırakır ve tavuk soğuktan ambale olup
sığınacak yer arar, en sonunda en güzel yerin stalinin bacaklarının arası
olduğunu idrak eden akıllı tavuk götün götün oraya yerleşir. Stalin de tavuğu
yemlemeye başlar ve artık Stalin nerdeyse tavuk da ordadır. Stalin sonra konuyu
yorumlar; insanların ellerinden her şeyi al ve onları sen doyur, sonra ne
istersen yaparlar. Muhtemelen Stalin tavuk felan yolmamıştır ama konuyu
anladınız işte.
İnsanların beyinleri
basın aracılığıyla öyle bir yıkanmıştı ki idraki zor cümleler bile dinlenir
olmuştu, filmin başında yakın gelecekteki İngiltere’nin en meşhur kanalı olan
btn’nin en sevilen yüzü şunları söylüyordu: “ABD; Anüserika Basur Düğümleri. Yani
onlara başka ne ad verebilirsiniz ki? Bahsettiğimiz, eskiden her şeye ama her
şeye sahip olan bir ülke ve yirmi yıl sonra şimdi ne halde? Dünyanın en büyük cüzamlı
sömürgesi. Neden? Tanrısızlıktan. Bunu bir kez daha söyleyeyim. Tanrısızlıktan.
Sebep, başlattıkları savaş değildi. Yaydıkları salgın hastalık da. Sebep
ahiretti. Kimse geçmişinden kaçamaz. Kimse ahiretten kaçamaz. Tanrı bizi
izlemiyor mu sanıyorsunuz? Bu ülkeyi izlemediğini mi sanıyorsunuz? Bunu başka
nasıl açıklayabilirsiniz ki? O bizi sınadı ama biz başardık. Mecbur olduğumuz
şeyi yaptık. Islington. Enfield. Oradaydım. Her şeyi gördüm. Mültecileri. Müslümanları.
Eşcinselleri. Teröristleri. Hastalıklı sapkınları. Hepsi ölmeliydi” bu kadar
nefret dolu cümleler hoşnutsuzlukla karşılanmalı değil mi, ama olmuyor işte
insan zamanla alışıyor.
Gelelim sinema
tarihindeki gelmiş geçmiş en güzel cümleye. V’lerin gücü adına da diyebiliriz. Tek
kelimeyle çok orijinal bir sahneydi ve bayılmamak elde değil. İnsanın neye
inanırsa inansın ya da esnaf da olabilir ne yapıyorsa yapsın şöyle bir cümleyi
hayatında bir defa olsa kurması lazım. V harfiyle yapılmış, bana j harfiyle
böyle uzun bir cümle kuranın 1 yıl iti köpeği kapısında marabası olurum. Haber bekliyorum,
etkileyin beni. Cümlede jale, jilet bir de jandarma olmasın yalnız. V'lerin gücü; “voilà! velakin, dışarıdan göründüğüyle feleğin virajları sayesinde vekâleten
hem vâziri hem de vebali olmayanı oynamış naçizane bir vodvil eskisi. Bu vecih,
kibir vehametinden bihaber vasfıyla veranın vecizelerine vekillik yapan,
şimdilerde varisi olmayan, virane durumda bir vekil. Her şeye rağmen, varlığını
yitirmiş bu vahametin vahdetiyle vücudunda ve veznenin velveleleriyle beslenen,
velfecirliğe tenezzül eden, vechleri doyurulamaz bir vahşet arzusuyla kaplı bu
vegar dolu vazilerin şimdilerdeki verilecek tek bir hüküm var,
"vendetta". Beyhude bir vaaz değil, vicdan ve vakar adına verilmiş
günün birinde vefi olanın ve vaziyeti görenin velisi olacak bir vaattir. Velhasıl,
bu önemsiz vira vecizeler buradaki vuslatımızın vadesini uzatır. Sözün özü,
şunu ifade etmek isterim ki sizinle tanışmak bir onur ve beni çağırabileceğiniz
isim v.” inanılmaz gerçekten
Yine filmde bayıla
bayıla izlediğimiz bir başka sahneye geldik. Patlamalarda çalan Tchaikovsky’nin(Çaykovski)
harika üvertürü. İlk patlamadan sonra tüm ahali bu
müziği dinlemiş ve adam sutler da müziği kara listeye almıştı. Tüm bunlar
olurken koskoca devlet başkanının bu meşhur üvertürü bilmemesi hiçbirimizi
şaşırtmamıştı.
Filmde değinilmesi
gereken bir diğer önemli konu da v’nin halka konuşma yaptığı sahne. Filmin özeti
mahiyetindeki bu konuşmaları vermemiz gerekiyor; “İyi akşamlar, Londra. Öncelikle
yayını kestiğim için özür dilerim. Ben de sizin gibi günlük rutinin rahatlığına
tanıdık olanın güvencesine, tekrarlanan döngünün huzuruna müteşekkirim. Ben de
her insan gibi bunun keyfini sürüyorum. Geçmişte yaşanan ve birinin ölümü veya
önemli bir kanlı mücadelenin bitmesiyle ilişkilendirilen önemli olayların
genellikle bir tatil olarak kutlandığı anma havasına girmişken ne yazık ki
artık hatırlanmayan bu 5 Kasım'ı zaman ayırıp konuşarak geçiririz diye
düşündüm. Hiç kuşkusuz, konuşmamızı istemeyenler de var. Neden? Çünkü konuşmak yerine
cop kullanılsa kelimeler hiçbir zaman gücünü kaybetmez. Kelimeler, anlamanın
yoludur ve kelimelere kulak verenler için gerçeğin ifade edilmesidir. Ve gerçek
şu ki bu ülkeyle ilgili korkunç bir durum söz konusudur, öyle değil mi? Kötülük
ve adaletsizlik, tahammülsüzlük ve baskı. Ve bir zamanlar uygun gördüğünüz yerde,
karşı çıkma düşünme ve konuşma özgürlüğünüz varken şimdiyse karşınızda topluma
uyum sağlamanızı ve boyun eğmenizi zorunlu kılan sansür ve güvenlik sistemleri
var. Bu nasıl oldu? Suçlu kim? Elbette, başkalarına oranla daha suçlu olanlar
var ve bundan sorumlu tutulacaklar, ama yine de doğruyu söylemek gerekirse
gerçek suçluyu arıyorsanız, aynaya bakmanızı öneririm. Bunu neden yaptığınızı
biliyorum. Korkmuş olduğunuzu biliyorum. Kim korkmazdı ki? Savaş, terör, salgın
hastalık. Sizi mantıktan yoksun bırakacak ve sağduyunuzu yok edecek çeşitli
sorunlar vardı. Korku galip geldi. Ve panik haldeyken kendinizi şu anki Başbakan
Adam Sutler'ın eline bıraktınız. Size düzen sözü verdi. Barış sözü verdi. Ve
verdiklerinin karşılığında tek beklediği susmanız ve toplu olarak boyun
eğmenizdi. Dün gece bu sessizliği bozmaya
karar verdim. Dün gece Eski Bailey'yi bu ülkeye neyi kaybetmiş olduğunu göstermek
için yok ettim. 400 yıldan daha uzun bir süre önce, yüce bir vatandaş 5 Kasım'ı
sonsuza dek belleğimize kazımak istedi. Adil olmanın, adaletin ve özgürlüğün yalnızca
sözden ibaret olmadığını bir bakış açısı olduğunu göstermeyi umdu. Bu yüzden,
henüz bir şey görmediyseniz bu hükümetin işlediği suçları bilmiyorsanız o zaman
5 Kasım'ı anmadan geçip gitmesine izin vermenizi öneririm. Ama eğer benim gördüklerimi
görüyorsanız hissettiklerimi hissediyor ve aradığımı bulmak istiyorsanız o
zaman bundan tam bir yıl sonra parlamento kapısında benim arkamda durmanızı
istiyorum ve hep beraber onlara hiçbir zaman unutamayacakları bir 5 Kasım yaşatmayı
öneriyorum.”
V’nin sıkça izlediği en
beğendiğim filmim dediği siyah beyaz film, monte kristo kontunun ilk
uyarlamasıdır(1934) ve bana göre uyarlamalar arasında en güzelidir. V, kendine guy
fawkes’u idol edinmiştir. O olmasaydı muhtemelen Edmon Dantes’i tercih ederdi. Dantes
de intikam için yıllarca beklemiş ve muhteşem bir geri dönüş yapmıştı. Zaten biz
edmon dantes’in hikayesinden sonra intikam soğuk yenen bir yemektir demedik mi?
Ancak edmon dantes basit bir insandır, her ne kadar yetenekli ve iyi kalpli
olsa da tüm dünyası mercedes’ten ve kendi çevresinden ibarettir. Oysa guy fawkes
bir halk adamıdır, en azından onlar için bir şeyleri değiştirmek istemektedir. Her
durumda daha güzel bir idol olacaktı.
Filmdeki bir diğer
önemli sahne ise V ile baş piskopos’un aralarında geçen diyalogtur; “Ve apaçık
kötülüğümü, Kutsal Kitap'tan çalıntı eski garip yöntemlerle gizliyorum. Ve
aslında bir şeytanken hep azizi oynuyorum.” V’nin bu karizmatik sözlerine
başpiskopos dilenerek karşılık verir. Bu manidar cümleler de V’ye değil Şekspir’e
aittir.
Filmdeki önemli bir
mesaja daha değinip bitirelim. Bol bol eşcinsel teması gördük. Özellikle adam sutler’ın eşcinsellere, lezbiyenlere felan çok ağır yaklaşımlarını. Evinde
Kur’an olan adamın da eşcinselliğini sakladığını gördük. Tüm bunların faşist
yönetimi daha net anlatabilmek için gösterildiği belli ama bunda bana göre lana
wachowski’nin de etkisi olmuştur. Bu filmde, cloud atlas’ta bolca eşcinsel
temaları gördük. İyi ki diyorum matrix çekilirken lana erkekti de en favori
filmimde ibnemsi bi sahne görmedik zira o filmde olmazdı, neyse.
Bebeğim favori
filmlerimden biriydi bu izlediğiniz bir sonraki eleştirimiz bir sıkıntı olmaz
ise lost highway...
V for Vendetta film
eleştirisi