8 Temmuz 2013 Pazartesi

V for Vendetta



“V for vendetta” filmini James McTeigue yönetmiş. Filmimizin senaryosu Wachowski kardeşlere ait olmakla beraber esinlenilen kaynak aynı isimli çizgi roman. Film dünya çapında yoğun ilgiyle karşılanmış ve yaklaşık 135 milyon dolar hasılat elde etmiş. Sinemaya gidip de verdiğim parayı helal ettiğim sayılı filmlerden olan V, benim favorilerimden ve mutlaka değinmeliydim. Başrollerde ise natalie portman ile favori oyuncularımdan olan müthiş yetenek Hugo Weaving yer alıyor. Tek kelimeyle muhteşem bi şey kendisi.


V filminden sonra dünya genelinde hızla guy fawkes maskeleri yayılmaya başladı. Keşke bu kadar liselilerin eline düşmeseydi diyoruz ama yine de bu ortak mesajı ve simgeyi alkışlamak gerek. Guy fawkes, İngiliz tarihinin en büyük vatan hainlerinden biri olarak kabul edilir ve parlamento binasını havaya uçurmaya teşebbüs ederken, söylenenlere göre bir diğer anarşist arkadaşının ispiyonlaması üzerine yakalanır ve yoğun işkencelere maruz kalır ardından da asılır. Biz her ne kadar filmden sonra öğrendiysek de İngiltere’de "guy fawkes günü" uzun bir süredir kutlanıyor.


Guy fawkes, döneminin ve şimdiki anarşist iddia edilen kişilerin fikir babası gibi gözükmektedir. Dünya çapında cereyan eden pek çok hükümet aleyhtarı gösteride bu maskeleri gözlemlemek mümkün. Tamam, şimdilerde herkes sokakta bu maskeyi takıyor ve polisle aralarında kaçabilmeyi mümkün kılan bir mesafe var, peki guy fawkes’ın derdi neydi? Fawkes, 1. James’in yönetiminden oldukça rahatsızdı, bunun asıl sebebi ise fawkes’un koyu bir Katolik olmasıydı ve İngilizlerin yeni dini olan Protestanlığa şiddetle karşı çıkmasıydı. Nitekim bu arkadaş amacına ulaşamaz ve Protestanlık da devam eder. Her yıl 5 kasımda da İngilizler guy fawkes maketlerini yakıp, onun ruhuna küfür ederler, bu maskeyi takan küçük çocuklar da guy için dilenirler(guy için bir peni diye para isterler ki filmde, metrodaki V ile komiserin buluşmasında V söze böyle başlar) ve aşağılama devam eder, yani ingizlerin ulan ne kadar iyi bir adam çıkarmışız dedikleri felan yok.


2005 yılındaki filmden sonra artık işin rengi değişti ve bu maskeyi takanlar maskeyi onurlandırmaya başladı ve şimdilerde tüm isyanların, otoritenin tüm maddelerini reddeden anarşistlerin en büyük sembollerinden biri oldu. Yıllar önce bir başka İngiliz kelimelerin gücünü hafife almamalısınız diyordu, artık maskelerin de gücünü hafife almamalısınız diyebiliriz.


Filmimize göre Amerika, ortadoğudaki bitmek bilmez savaşlardan sonra ekonomik bunalıma girmiş ve salgın hastalıkların da yardımıyla o şaşalı günlerinden uzaklaşmış ve dünyanın ağası yine yeniden İngiltere olmuştu. Devlet başkanı olan adam sutler nasıl becerdiyse kraliyet ailesini de saf dışı bırakmış ve ülkenin tek gücü haline gelmişti. Tüm bunlar olurken insanların düşünme ve düşüncelerini ifade etme yetileri ellerinden alınmıştı. Tüm halkın aynı anda izleyebileceği, zorunda oldukları, basın ağları kurulmuştu. 


Kahramanımız olan V ise yıllar önce toplama kampında başından geçenlerin hesabını adam sutler’dan almak istemektedir. Biyolojik deneylere maruz kalan kahramanımız tesislerdeki patlamadan sonra artık başka bir şey olmuştur, hem kendisine yapılanların hem de tüm İngiliz halkına yapılan faşistliğin intikamını alıp var olan otoriteyi yıkmak istemektedir. V’nin iki düşmanı vardır; birincisi adam sutler ve yandaşları ki hepsiyle teker teker uğraşır. Bir diğeri de İngiliz halkıdır ki onlara kızgın olma sebebi seslerini çıkartmamalarıdır. Adam sutler’ın düzenini bozarak ondan intikam alan V, halktan da o dalga geçtikleri maskeyi hepsine giydirerek intikamını alır.


Halktan intikam alır diyoruz ama halka düşmanlığı belirgin değildir sadece küskündür çünkü artık halkın neyin iyi neyin de kötü olduğunu bilecek ne cesareti ne de doğru bilgi kaynağı vardır. Tek televizyon kanalından izlediklerine inanmak zorundadırlar. V, isyankar ya da anarşist olabilir ama böyle olmaktan başka şansı yoktur çünkü yetkililerin nasıl yönetimi ele geçirdiklerini, din ve milli bütünlük deyimleriyle de halkı beslediğini bilmektedir. Müthiş bir entelektüel karakterinin yanı sıra hem sıradan insanlarla anlaşamaz hem de vücudundaki yanıklardan sosyalleşemez, yani güzel bir kızla evlenip koy ver götüne de diyemiyor.


V’nin yeni hedefi "stalin’in tavukları"ndaki tavukları kurtarmaktır. Anlatılanlara göre bir gün Stalin yardımcılarıyla istişare yaparken onlara halkı nasıl yöneteceklerini sorar ve hepsinden farklı cevaplar gelince, durun şimdi size göstereyim der ve bir tavuk getirtir. Tavuğun tüylerini yolan Stalin (hikaye işte fazla kurcalama) çırılçıplak kalan tavuğu bırakır ve tavuk soğuktan ambale olup sığınacak yer arar, en sonunda en güzel yerin stalinin bacaklarının arası olduğunu idrak eden akıllı tavuk götün götün oraya yerleşir. Stalin de tavuğu yemlemeye başlar ve artık Stalin nerdeyse tavuk da ordadır. Stalin sonra konuyu yorumlar; insanların ellerinden her şeyi al ve onları sen doyur, sonra ne istersen yaparlar. Muhtemelen Stalin tavuk felan yolmamıştır ama konuyu anladınız işte.


İnsanların beyinleri basın aracılığıyla öyle bir yıkanmıştı ki idraki zor cümleler bile dinlenir olmuştu, filmin başında yakın gelecekteki İngiltere’nin en meşhur kanalı olan btn’nin en sevilen yüzü şunları söylüyordu: “ABD; Anüserika Basur Düğümleri. Yani onlara başka ne ad verebilirsiniz ki? Bahsettiğimiz, eskiden her şeye ama her şeye sahip olan bir ülke ve yirmi yıl sonra şimdi ne halde? Dünyanın en büyük cüzamlı sömürgesi. Neden? Tanrısızlıktan. Bunu bir kez daha söyleyeyim. Tanrısızlıktan. Sebep, başlattıkları savaş değildi. Yaydıkları salgın hastalık da. Sebep ahiretti. Kimse geçmişinden kaçamaz. Kimse ahiretten kaçamaz. Tanrı bizi izlemiyor mu sanıyorsunuz? Bu ülkeyi izlemediğini mi sanıyorsunuz? Bunu başka nasıl açıklayabilirsiniz ki? O bizi sınadı ama biz başardık. Mecbur olduğumuz şeyi yaptık. Islington. Enfield. Oradaydım. Her şeyi gördüm. Mültecileri. Müslümanları. Eşcinselleri. Teröristleri. Hastalıklı sapkınları. Hepsi ölmeliydi” bu kadar nefret dolu cümleler hoşnutsuzlukla karşılanmalı değil mi, ama olmuyor işte insan zamanla alışıyor.


Gelelim sinema tarihindeki gelmiş geçmiş en güzel cümleye. V’lerin gücü adına da diyebiliriz. Tek kelimeyle çok orijinal bir sahneydi ve bayılmamak elde değil. İnsanın neye inanırsa inansın ya da esnaf da olabilir ne yapıyorsa yapsın şöyle bir cümleyi hayatında bir defa olsa kurması lazım. V harfiyle yapılmış, bana j harfiyle böyle uzun bir cümle kuranın 1 yıl iti köpeği kapısında marabası olurum. Haber bekliyorum, etkileyin beni. Cümlede jale, jilet bir de jandarma olmasın yalnız. V'lerin gücü; “voilà! velakin, dışarıdan göründüğüyle feleğin virajları sayesinde vekâleten hem vâziri hem de vebali olmayanı oynamış naçizane bir vodvil eskisi. Bu vecih, kibir vehametinden bihaber vasfıyla veranın vecizelerine vekillik yapan, şimdilerde varisi olmayan, virane durumda bir vekil. Her şeye rağmen, varlığını yitirmiş bu vahametin vahdetiyle vücudunda ve veznenin velveleleriyle beslenen, velfecirliğe tenezzül eden, vechleri doyurulamaz bir vahşet arzusuyla kaplı bu vegar dolu vazilerin şimdilerdeki verilecek tek bir hüküm var, "vendetta". Beyhude bir vaaz değil, vicdan ve vakar adına verilmiş günün birinde vefi olanın ve vaziyeti görenin velisi olacak bir vaattir. Velhasıl, bu önemsiz vira vecizeler buradaki vuslatımızın vadesini uzatır. Sözün özü, şunu ifade etmek isterim ki sizinle tanışmak bir onur ve beni çağırabileceğiniz isim v.” inanılmaz gerçekten


Yine filmde bayıla bayıla izlediğimiz bir başka sahneye geldik. Patlamalarda çalan Tchaikovsky’nin(Çaykovski) harika üvertürü. İlk patlamadan sonra tüm ahali bu müziği dinlemiş ve adam sutler da müziği kara listeye almıştı. Tüm bunlar olurken koskoca devlet başkanının bu meşhur üvertürü bilmemesi hiçbirimizi şaşırtmamıştı. 


Filmde değinilmesi gereken bir diğer önemli konu da v’nin halka konuşma yaptığı sahne. Filmin özeti mahiyetindeki bu konuşmaları vermemiz gerekiyor; “İyi akşamlar, Londra. Öncelikle yayını kestiğim için özür dilerim. Ben de sizin gibi günlük rutinin rahatlığına tanıdık olanın güvencesine, tekrarlanan döngünün huzuruna müteşekkirim. Ben de her insan gibi bunun keyfini sürüyorum. Geçmişte yaşanan ve birinin ölümü veya önemli bir kanlı mücadelenin bitmesiyle ilişkilendirilen önemli olayların genellikle bir tatil olarak kutlandığı anma havasına girmişken ne yazık ki artık hatırlanmayan bu 5 Kasım'ı zaman ayırıp konuşarak geçiririz diye düşündüm. Hiç kuşkusuz, konuşmamızı istemeyenler de var. Neden? Çünkü konuşmak yerine cop kullanılsa kelimeler hiçbir zaman gücünü kaybetmez. Kelimeler, anlamanın yoludur ve kelimelere kulak verenler için gerçeğin ifade edilmesidir. Ve gerçek şu ki bu ülkeyle ilgili korkunç bir durum söz konusudur, öyle değil mi? Kötülük ve adaletsizlik, tahammülsüzlük ve baskı. Ve bir zamanlar uygun gördüğünüz yerde, karşı çıkma düşünme ve konuşma özgürlüğünüz varken şimdiyse karşınızda topluma uyum sağlamanızı ve boyun eğmenizi zorunlu kılan sansür ve güvenlik sistemleri var. Bu nasıl oldu? Suçlu kim? Elbette, başkalarına oranla daha suçlu olanlar var ve bundan sorumlu tutulacaklar, ama yine de doğruyu söylemek gerekirse gerçek suçluyu arıyorsanız, aynaya bakmanızı öneririm. Bunu neden yaptığınızı biliyorum. Korkmuş olduğunuzu biliyorum. Kim korkmazdı ki? Savaş, terör, salgın hastalık. Sizi mantıktan yoksun bırakacak ve sağduyunuzu yok edecek çeşitli sorunlar vardı. Korku galip geldi. Ve panik haldeyken kendinizi şu anki Başbakan Adam Sutler'ın eline bıraktınız. Size düzen sözü verdi. Barış sözü verdi. Ve verdiklerinin karşılığında tek beklediği susmanız ve toplu olarak boyun eğmenizdi. Dün gece bu sessizliği bozmaya karar verdim. Dün gece Eski Bailey'yi bu ülkeye neyi kaybetmiş olduğunu göstermek için yok ettim. 400 yıldan daha uzun bir süre önce, yüce bir vatandaş 5 Kasım'ı sonsuza dek belleğimize kazımak istedi. Adil olmanın, adaletin ve özgürlüğün yalnızca sözden ibaret olmadığını bir bakış açısı olduğunu göstermeyi umdu. Bu yüzden, henüz bir şey görmediyseniz bu hükümetin işlediği suçları bilmiyorsanız o zaman 5 Kasım'ı anmadan geçip gitmesine izin vermenizi öneririm. Ama eğer benim gördüklerimi görüyorsanız hissettiklerimi hissediyor ve aradığımı bulmak istiyorsanız o zaman bundan tam bir yıl sonra parlamento kapısında benim arkamda durmanızı istiyorum ve hep beraber onlara hiçbir zaman unutamayacakları bir 5 Kasım yaşatmayı öneriyorum.”


V’nin sıkça izlediği en beğendiğim filmim dediği siyah beyaz film, monte kristo kontunun ilk uyarlamasıdır(1934) ve bana göre uyarlamalar arasında en güzelidir. V, kendine guy fawkes’u idol edinmiştir. O olmasaydı muhtemelen Edmon Dantes’i tercih ederdi. Dantes de intikam için yıllarca beklemiş ve muhteşem bir geri dönüş yapmıştı. Zaten biz edmon dantes’in hikayesinden sonra intikam soğuk yenen bir yemektir demedik mi? Ancak edmon dantes basit bir insandır, her ne kadar yetenekli ve iyi kalpli olsa da tüm dünyası mercedes’ten ve kendi çevresinden ibarettir. Oysa guy fawkes bir halk adamıdır, en azından onlar için bir şeyleri değiştirmek istemektedir. Her durumda daha güzel bir idol olacaktı.


Filmdeki bir diğer önemli sahne ise V ile baş piskopos’un aralarında geçen diyalogtur; “Ve apaçık kötülüğümü, Kutsal Kitap'tan çalıntı eski garip yöntemlerle gizliyorum. Ve aslında bir şeytanken hep azizi oynuyorum.” V’nin bu karizmatik sözlerine başpiskopos dilenerek karşılık verir. Bu manidar cümleler de V’ye değil Şekspir’e aittir. 



Filmdeki önemli bir mesaja daha değinip bitirelim. Bol bol eşcinsel teması gördük. Özellikle adam sutler’ın eşcinsellere, lezbiyenlere felan çok ağır yaklaşımlarını. Evinde Kur’an olan adamın da eşcinselliğini sakladığını gördük. Tüm bunların faşist yönetimi daha net anlatabilmek için gösterildiği belli ama bunda bana göre lana wachowski’nin de etkisi olmuştur. Bu filmde, cloud atlas’ta bolca eşcinsel temaları gördük. İyi ki diyorum matrix çekilirken lana erkekti de en favori filmimde ibnemsi bi sahne görmedik zira o filmde olmazdı, neyse.


Bebeğim favori filmlerimden biriydi bu izlediğiniz bir sonraki eleştirimiz bir sıkıntı olmaz ise lost highway...




V for Vendetta film eleştirisi