Saat 7:45, Alper yoğun küfürler eşliğinde halk
otobüsüne binmişti. Önünde arkasında sağında solunda insanlar vardı. Ebelemecilik
oyunu oynasaydı şanslı olabilirdi. Hiç de seksi olmayan yolculara şöyle bir
baktığında yıllar önce izlediği axe reklamı aklına gelmişti. Axe sıktığı
için bir ya da birkaç kadın adama halleniyor, tatlı tatlı sevişiyorlardı. Alper
bu fanteziyle biraz neşelenir gibi olduysa da otobüsün hafif duraksamasıyla
gerçeğe döndü. Birden fazla uzuv Alper’in poposuna değiyordu sürekli. Keşke
oturabilseydi. Her duraksamada poposuna gelen darbelerde yeniden küfürler
ediyordu Alper çünkü üniversitenin servisini kaçırmıştı. 15 dakikalık güzelim
yolculuğu piç edivermişti Alper ve bu yüzden kendisine çok kızgındı. Yarın
mutlaka 15 dakika önce kalkacaktı, kararlıydı artık.
Mustafa’nın okuldaki 158. günü idi. İlk günkü
heyecanı kalmamıştı artık Mustafa’nın ve ufak çaplı bir bunalımdaydı.
Beslenmesinde muz olmadığı gibi okul aidatlarını da en geç o ödeyebilmişti.
Okumayı da hiç sökeceğe benzemiyordu. Mustafa’nın güzel gözlerine baktığınızda
ilime dair hiçbir şey göremezdiniz. Sözlülerde hemen ağlardı sık sık da
burnuyla oynar sümüklü sümüklü dolaşırdı. Küçüklüğünün verdiği saflıkla paranın
değerini ve içinde bulunduğu kast sistemini bilemiyordu ama o akşam babasına
baba biz niye fakiriz dediğinde Alper televizyonu şöyle bir durdurdu önce. Alper en sevdiği programı izliyordu. Her Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe ve Cumartesi günü zorlu yarışmaların olduğu
“rakipler” adlı oyunu izliyordu. Rakiplerde birbirlerine rakip olan çirkef
dedikoducu şerrolar birinci olmak adına çeşitli yarışların içine giriyorlardı.
Haftanın stresini atabiliyordu Alper oysaki yıllar öncesinde televizyon
izleyenlere salak diyordu. Asıl salak kendisiymiş halbuki rakiplerin olmadığı o
iki aylık tatil döneminde Alper çok huzursuz oluyordu. Rakiplerdeki mikail için
her şeyini verirdi. Günde ona 35 sms atıp destekliyordu. Oğlum biz fakir değiliz sadece planların
biraz gerisinde kaldık hadi sen git arabanla felan oyna diyordu. Mustafa
o kadar sevimsiz idi ki alper’in hayatında her şey bombok olduğu gibi oğlunda
da şöyle bakınca rahatlanacak bir sıfat yoktu. Oğlu ağlamaklı diğer odaya
geçince Alper şöyle bir geçmişe daldı;
Amfide profesör, frederic mishkin’in para politikası
üzerine olan tezlerini yarı Türkçe yarı İngilizce ve ukalaca anlatırken Alper de birkaç sıra öndeki ceylan’ı düşünüyordu. Ceylan böyle acayip güzel bir kız
olmasının yanı sıra etrafındakileri umursamaz tavırları hemen göze batıyordu.
Alper üniversiteyi bitirince kendisine vaat edilen güzel bir işe girecek,
ekonomik politikaları o belirleyecekti. Para politikası nedir ki, para nedir ki
amınım alper’in gözünde. Yeter ki Alper sinirlenmesin. Sonra Ceylan ile
evlenecekti, mortal kombat excellent scorpion subzero sonya fight, çocukları
özel okullarda okuyacaktı. Beyaz türk olmanın tüm avantajlarını yaşayacaklardı.
Bayramda bol muhafazakar evine eşini götürdüğünde belki annesiyle Ceylan hafif
hafif atışacaklardı. Aman tanrım, excellent fight lui kang keyno raydin joni
keyc, o kadar mutluydu ki Alper. Arkadan enflasyon hedeflemesi, base drift, sabit
kur felan cacık cacık konular Alper’in midesini bulandırıyordu. Ah o Ceylan’ın
saçları yok mu.
Alper birden kendini arkadaş sohbetinde buluverdi,
kampüste çay içip entelektüel sohbet yapıyorlardı. Bir insanın iftira yüzünden
başına gelebilecekler tartışma konusuydu adam ya suçsuz ise adam ya suçlu
ise. Asıl doğruyu kim bilebilecekti. Millet laf kalabalığı yaparken Alper
masaya "rashomon"u izleyeniniz var mı dedi. Masadan ses çıkmayınca amısınızı diyerek masadan kalktı ve hafif rüzgarda yürümeye başladı. Yürürken
paltosu da ahengli ahengli sallanıyordu. Ah o Ceylan'ın Erol Taş’ı andıran kahkaları.
Keşke Ceylan evlerindeki havuz partisine Alper’i de çağırsaydı. Halk
otobüsünden inen Alper malikaneye yaklaşık yarım saat yürüdükten sonra kapıdaki
lüks arabaları fark etti. Alper paranın huzur getirmediğine kendini inandırmaya
yeni yeni başlıyordu. Sanki istediği kadar okusun çalışsın o arabalar o
kahkahalar ne bilem lo olmayacak gibiydi sanki Alper için. Alper’in aklını
"treasure of the Sierra madre" filmindeki insan psikolojisi meşgul ediyordu.
Akşam eve nasıl gideceğini düşünmüyordu pezevenk.
Kapıdaki korumalara selamun aleyküm içerde parti var
davetliyim deyince koruma Selim duygulandı. Uzun zamandır kendi kast sınıfından
yeni birilerini göremiyordu. Selim dimdik dururken bebeye acıdı da limonataların yerini
tarif etti. Ücretsizdi. Alper içeri girdiğinde havuz etrafında mayolu bikinili
gençler raks ediyorlardı. Keşke "akira kurosawa"yı hiç bilmeseydi de böyle
sabahtan akşama havuza dalıp dalıp çıksaydı. Ulan Alper bu ne hal dedirtecek
bir elbise seçmişti. Belki de düşünmüştü ki Ceylanla dürümcüye felan.
Alper senin saçındaki rejoice kokusunu sikeyim. Ceylan, Alper’i görünce hemen
bir titreme geldi, tüyleri diken diken olmuştu. Alper’i hemen içerideki odaya
aldı. Birden öpüşmeye başladılar. Alper ilk defa bir kızı öpüyordu. Ceylan az
daha nefes alamıyordu hemen geliyorum sen keyfine bak dedi Alper’e. Alper daha
evinde öyle uzanmamıştı ve pis pis sırıtıyordu. Sonra tüm kalabalık cam kenarına
geldiler ve Alper’e gülmeye başladılar. Ceylan Alper’i küçümseyici ifadeler
kuruyordu. Daha arabası bile yok utanmadan malikanemize geliyor, ne de çabuk
kandın bana diyordu. Alper aman tanrım çok fena olmuştu. Şakk diye bi tane
patlattı Ceylana ve biz onurumuzla yaşarız kancık dedi. O nasıl bir küfür
Alper. "Mavi mavi"yi izlemiş miydiniz. Yoksa amısınızı bak küfür geliyor. Onca
hayal arasından Alper’in zihnine neden "mavi mavi"deki sahneler gelmişti. Alper
kendine gel lütfen.
Alper kendine geldiğinde üniversite biteli üç sene
olmuştu ve Alper hiçbir kuruma girememişti. Daha doğrusu girmek istemiyordu
özgürlük daha önemli diyordu. Saygı duyuyoruz. Ceylan ise düğün hazırlıklarına
son hızla devam ediyordu. Nişandan önce son bir Avrupa turu Ceylan’a iyi
gelecekti. Norveç, Danimarka, kuzey Avrupa iç açıcıydı. Ceylan’ın boyfriendi
kabbız yoğurtlarının genel müdürü Ercan kabbızdı. Anlayacağınız bok gibi parası
vardı ercan’ın. Temiz elbiseler, pahalı aksesuarlar, milyonluk arabalar, su
gibi akıtılan bahşişler ne kadar güzel bir adamdı bu Ercan öyle. İyi kalpli,
cömert, kastın en tepesinde, hayatında bu menü kaç para diye bir kere
sormuşluğu yok. Alper ise kıymalı pideden başka bir şey yiyemiyor. Korkuyor
yavşak hesaptan hala.
Alper uzun bir süre iş bulamayınca hayallerine ve
ihtişamlı üniversite günlerine o "gangs of wasseypur"daki Faizal khan’ı andıran efsanevi yürüyüşlerine
elveda demişti, bu ayrılığın kısa süreceğine inanıyordu inanıyorduk. Aile baskısı
hat safhada idi. Ekonominin tüm ilkelerini bilen birisiydi sonuçta kendi
çapında da entelektüeldi. Sokayım entelektüel olmaya bir Almancı dayının havası
yoktu Alper’de. Hala düğünlere çeyrek altın götürüyor ve bunu yaparken de
zorlanıyordu. Bir çeyrek altın 1,75 gram. Alper rothschild ailesinin binlerce
ton altınını bir malikanesinde sakladığından felan bahsediyordu sürekli. Götünü
sikeyim bu rothschild midir nedir o kadar altın olabilir miydi hakkaten. Keşke Alper
o aileye iç güvey gidebilseydi. Canım babacım diyecek ellerinden öpecekti en
büyük kimse. Su faturalarını gidip yatıracak sabahları eve ekmeği alıp menemen
yiyeceklerdi. Hayalini ızdırabını sikeyim Alper ne su faturasından bahsediyorsun
sen. Nasıl bir fakirsin olum sen. Alper evlenen arkadaşlarını hiç sevmiyordu. Hem
niye zırt bırt çağırıyorlardı onu. Çeyrek altın çok pahalanmış yine gitti
paralar. Bu böyle olmayacaktı Alper hiçbir şeyden tat alamıyordu. Acaba kuyumcu
kaç sayfa kitap okuyordu günde?
Alper bir süre kitaplardaki dünyaya küstü film
izlemeyi bıraktı kimselerle konuşmaz oldu aklı fikri para olmuştu. Lanet olsun
kötülediği adamlar gibi mi olacaktı Alper. Memur olmamıştı şimdi pişman mıydı
acaba. Hayır, memurluk kötü, yola devam, o düşüncenin kendisini esir almasına
asla izin vermiyordu, vermemeliydi. En fazla kaybedenler kulübünün birinde acı
çay içip okey oynardı. Ne kadar zorsun hayat bir bilsen. Alper kendine
gelebilmek için sık sık hint filmleri izlemeye başladı oradaki yoksul yaşam bir
nebze rahatlatıyordu onu. Düşünüyordu ayda 1200 tl kazansa dünyadaki insanların %70’inden
daha zengindi. Pencere açıktı kendisi gibi fakir sinekler belki kurumuş ekmek
var diye içeri girerlerken dışarıdan arabasını bağırttıran zalımlar Alper’i+ sinirlerlendiriyorlardı. %70’e küfürler edip %30’a selam yolluyordu adeta. Piç kasalar,
baslar, dat dat kornalar, çeyrek altının önlenemez yükselişi. Olmuyor bir iş
bulmalıydı Alper.
Alper düşündü taşındı tüm ekonomik bilgi birikimini
ve zekasını kullanarak sokakta turşu satmaya karar verdi. Üstelik bu Ankara’da
yaygın değildi. Neden olmasındı. Önce bursa’dan istanbul’dan firmalarla
görüştü. Günlük ya da haftalık turşu alıp sokakta çoğunlukla bardak içinde bu
turşuları satacaktı. Alper’in beyni motor gibi çalışıyordu. Bir bardak karışık
turşuyu 2,5 tl’ye bir bardak turşu suyunu ise 1,5 tl’ye satmaya karar kıldı Alper.
Çok yüksek getirisi olan bir işti bu kağıt üstünde. Belediyeye kira ek giderler
derken sattığı her bardağın %70’i Alper’e kalıyordu. %70’den vurup fakirlikten
ve fakirlerden kurtulacaktı Alper. Turşular da Ankara çubuktan gelecekti Bursa'ya göre daha yakındı zira. Şöyle işlek bir yerde günde 1000 bardak satsa yakın zamanda
paranın ebesiyle ya da babannesiyle sevişecekti Alper.
1 sene sonra yat birden durdu. Rita foster elindeki
cd’yi Alper’e uzattı. Güneş hafiften Alper’e temas ediyordu. Çok esaslı bir
rüzgar vardı dışarıda. Rita çok seksi bir kıyafet giymişti. Alper ise eline
aldığı cd’nin aslında önemsiz olduğunu rita’ya anlattıktan sonra cd’yi kırıp
denize fırlatıyordu. Tüm istihbarat birimlerinin peşinden koştuğu hacker Alper’in
kimliği, bilgileri her şeyi o cd’deydi ve artık gitmişti denize. Asıl oyunu Rita’ya
anlattığında ise her şeyin bir kurmaca olduğunu anlamıştı Rita ve Alper’e bir
kez daha hayran olmuştu. İkisi yan yana geldiler ve öpüşmeye başladılar. Alper öpüşmeyi
hala öğrenememişti. Rita boğulacak gibi olmuştu. Alper "cypher" filmine dalmışken
bir amca bu turşular nereden geliyor dedi Alper’e. Alper tüm detayları anlattı
zira gelen giden yoktu pek canı sıkılmıştı. Kendi memleketinde bu turşuların
kilosu 6 tl iken bu bardak nasıl böyle oluyordu diye düşündü şerro amca. Koyu bir tartışmaya
başlamışlardı. Galiba yaşlı pezevenk turşu felan almayacaktı. Peki ama derdi
neydi bu adamın. Bari turşu suyu içseydi. Siktirip gider misin dayı dükkanın
önünü kapatıyorsun demek istiyordu Alper. Ben de Alper’i sık sık ziyarete gider
o kötü turşulardan her gün bir bardak alırdım.
Her turşu alışımda kolay gelsin iyi günler dilerdim.
Alper de aynı efendilikte karşılık verirdi bana. Alper’in tezgahı bombok bir
yerdeydi. İlk hafta kuyruklar oluşunca hepimiz Alper zengin olacak
zannetmiştik. Sonra nedense kalabalıklar azaldı, o günün turşusunu Alper başka
başka zamanlarda da satıyordu çaresizce. Turşular barlanıyordu. Acaba kirasını
ödeyebiliyor muydu Alper. Bazen Alper’in küçük ama sevimsiz oğlu Mustafa da
gelirdi tezgaha. Bedavadan turşu sularını içip şımarırdı geldiği zamanlar. Büyüse
de bir işe girseydi hırtoğlu. Belki de okuyup doktor mu olurdu. Ulan Alper okudu
da ne oldu. Eğer illegal işler yapmazsa bırak Alper’i, Alper’in yedi kuşak
torunu bu alt sınıftan çıkamayacaktı. Okumak sadece durumun vahametini
kavramasına yardımcı oluyordu. Ayten teyze geçiyor tezgahın önünden. Amına koduğumun
karısı bir kere mi canın çekmedi bu turşuları. 365 bin tl'lik evde oturuyorsun. Ne
anlamı vardı ki bu turşuları yiyemedikten sonra. Ayten hala şaşırıyordu bu
tezgahın batmamasına. Ayten bundan 40 sene önce evden kaçıp evlenmişti. Hayır Ayten’in
hayat hikayesini anlatmayacağım. Çünkü ondan nefret ediyorum.
Alper büyük ümitlerle girdiği bu turşu işini
bırakmak zorunda kaldı. Kazandığı para anca masraflarına yetiyordu. En ufak bir
sosyal hayatı kalmamış çaresizce insanların turşulara bakışını izliyordu. Nerede
hata yapmıştı. Bu işin ilmini de biliyordu halbuki. Bir sene öncesine dönse
acaba hangi hataları yapmazdı belki de işe girmezdi. İşe girmeseydi de ne
yapsaydı. Acaba şalgam suyu mu satsaydı. Günde 200 bardak şalgam suyu
satarsa… bu kafamın içindeki kimse götünü sikeyim diyordu Alper. Ne 200 bardağı
lan. Bir senedir senin aklına uydu zaten. Hiç de 1000 bardak turşu felan
satılmadı. İnsanın iç sesi bu kadar hesap kitaptan uzak olur muydu ya. Alper’in
şansı işte.
Alper bu bir yılda iyice yaşlanmıştı. Rakipler isimli yarışma
programının müptelası olmuş geçen ay da boşanmıştı. Galiba para ciddi problemler
yaratmıştı evliliğinde. Belki de çok sevememişti Alper. Aklı ceylandaydı belli
ki. Ceylan yaz tatilinin ardından tatilin yorgunluğunu atmak için madrid’e
gidecekti. Acaba Real Madrid maçına gider miydi. Maçta belki Alper'e selam
gönderirdi. Alper kendine gel. Alper bodrum kattaki çok kötü evinde Mustafayla
beraber kalıyordu. Mustafa'nın bu yaşlarda bir anneye ihtiyacı vardı. Annesi ise bırakıp gitmişti bu
aileyi.
Alper televizyon izlemekten sıkıldığı bir anda iyice
darlanınca, para kazandırmayan işini de bırakmıştı artık, Mustafa’yı kucağına
alıp kanepeye oturdu. Mustafa hemen
uyuyuverdi. Alper belki ilk defa yapamayacağını anlayıp ağlamıştı. Çoğu arkadaşı
kurumlara girmişti. Şu an muhtemelen evde sikiliyorlardır özür diliyorum sıkılıyorlardır.
Ama Alper çok huzursuzdu. Gözyaşlarına hakim olamayıp çılgınca ağlamaya başladı
Alper. Alper her şeyden öte iyi bir insandı ve çok yalnızdı. Aklına "pursuit of
happyness"i getirdi hemen ama mutlu sona aldanmak istemedi yine.
Devamı gelebilir…
Merakla bekliyoruz.
YanıtlaSil