"The double" filmini orta
düzey yönetmenlerden Richard ayoade yönetmiş. Başrollerde jesse eisenberg ve
mia wasikowska yer alıyor. Bir de eskilerin en güzellerinden cathy moriarty. Zaman,
çok acımasızsın vesselam. Filmin esin kaynağı ise favorilerimizden dostoyevski’nin
çok tartışmalı “öteki ben” isimli uzun hikayesi, kendisine göre de romanı.
Dostoyevski, kitabın
çıktığı gün ağabeyine şunları yazdı: “… son ana, yani 28’ine kadar benim alçak
golyadkin’i yazmaya devam ettim. Korkunç! İşte insanın yaptığı hesap ancak bu
kadar tutuyor: Ağustosa kadar bitirmeyi istemiştim, şubata kadar yazdım. Golyadkin
bugün çıkıyor. Daha iki gün önce yazıyordum onu oysa. Yurttan notlar’da 22 sayfa
olarak yayımlanacak. Golyadkin, İnsancıklar’dan on gömlek üstün. Bizimkiler,
ölü canlar’dan beri rusya’da böyle bir şeyin yazılmadığını söylüyorlar,
dahiyane bir eser olmuş ve daha neler neler! Gerçekten de golyadkin’de iyi iş
başardım.”
Dosto’nun beklentileri
böyleyken sonrasında yaşananlar kendisi için birer hayal kırıklığı yaratacaktı:
“Bana en çok sıkıntı veren şey de, bizimkilerin, belinski ve diğerlerinin,
golyadkin yüzünden benden hoşnut olmayışları. İlk tepkileri, hesapsız bir
hayranlık olmuştu, çoşkuyla konuşup, tartıştılar. İkinci tepkileri ise eleştiri
oldu; sanki anlaşmışlar gibi, hem bizimkiler hem de okurlar, golyadkin’in
okunamayacak kadar sıkıcı, uyuşuk ve uzun olduğunu düşünüyorlar. Ama hepsinden
komik olan, herkesin bir yandan bu uzunluk için bana kızarken, bir yandan da
öyküyü harıl harıl ve defalarca okuyor olmaları. Bana gelince, bir an için
umutsuzluğa bile kapıldım. Beklentileri boşa çıkardığım ve büyük bir iş
olabilecek bir eseri mahvettiğim düşüncesi beni öldürüyor. Golyadkin’den
soğudum. Birçok yeri aceleye geldi öykünün, yorgunluk halinde yazıldı. İlk yarısı,
ikinci yarısından daha iyi oldu. Öyküde, son derece parlak sayfaların yanı sıra
işe yaramaz, berbat yerler var; insanın içi bunalıyor, okumak istemiyor. İşte bu
yüzden bir süre cehennemde gibi yaşadım, çektiğim acıdan dolayı hastalandım.”
Öteki ben’in kentleşen
toplumlardaki, tüketim dünyasındaki kimlik sorunlarını anlatmaya çabaladığı çok
açık ama eleştirilerin çoğu da eserin gogol’un eserlerinden araklanmış olduğu
ve okurların anlayamacağı kadar boğucu ve belki de zeki oluşu idi. Öteki ben’de
gogol’un imzalarını bulmak mümkün: “insancıklar gibi, öteki ben de birçok
anlamda, gogol’un sanatsal dünyasıyla, onun Petersburg öyküleri’ne özgü
şiirsellikle bağlantılı bir eserdir. Yazar hayattayken öyküyü inceleyen
eleştirmenler de bunun altını çiziyorlardı. Öyküde ele alınan başlıca konular
(yoksul memurun kendisinden daha zengin, hiyerarşi merdiveninde ondan daha
yüksek bir basamağa oturtulmuş rakibiyle beyefendinin kızı için giriştiği
eşitsiz savaşta uğradığı yenilgi ve kahramanın akıl kaybı) bir deli’nin günlüğü’ndeki
benzeri olayların dolaysız bir tekrarı gibidir. Öykünün diğer ana konularından
biri olan, kahramanın fantastik ikiziyle karşılaşması, yine bir Gogol öyküsü
olan burun’da bulunmaktadır. Öyküdeki bazı bölümler, belli ki kasıtlı olarak
ironik Gogol tonlarına boyanmıştır. (örneğin, birinci bölümde kahramanın, uşağı
petruşka ile araba hakkında yaptığı konuşma, “evlilik”in ilk sahnelerini
hatırlatırken dördüncü bölümün başındaki balo anlatımı, gogol’un mizahi tarzına
sadık kalınarak yazılmıştır, ölü canlar’ın birinci bölümünde valinin evinde
verilen baloyla karşılaştıralabilir)”.
Öteki ben’in arak mı
şaheser mi olduğu konusunu boşverelim şimdilik, anlattığı
ya da benim anladığım yerler modern dünyanın belki de en büyük sorunlarından
biri olan kişilik sorunsalıdır. Olduğu gibi yaşamayan insanlar farkında olmadan
toplumda ikizlerini oluşturuyorlar. Sizler benden daha iyi idrak etmişsinizdir;
facebook’ta (jesse eisenberg'in başka bir filmde zuckerberg'i canlandırmış olması ise güzel bir ironi) sahte hayat yaşayan milyonlarca insan var ve resimlerdeki
profillerdeki gibi olmadıklarına adımız gibi eminiz. Onların olmak istedikleri
bu şekiller giderek kendi benliklerini ele geçiriyor ve iki farklı düşünce tek
bir vücutta toplanmaya başlıyor. En sevdiği müzik klasik müzik ama dinlemiyor. Dinlemek
istiyor ama olmuyor. Kendinden şüpheye düşüyor böylece nasıl yani ben neden
böyle değilim diye. Belki herkes delirmiyor ama abullabut şahsiyetler doğuyor.
Kitapta asıl karakterin
ikizinin çıktığı yer tanıştıkları sahne değil kesinlikle. Büyük golyadkin’in
bir mektubunda öğreniyoruz ki kendisi fakir denilebilecek bir durumda ve
pansiyonerdir sonrasında kendisine uşak tutar ve daha zengin hissettiği bir
mahalleye taşınır. Zengin sınıfın doktoruna iki yüzlü insanlardan nefret
ettiğini söyler ama ne yazık ki kendisi de bir noktadan sonra yitiktir. Üst sınıfa
yakınlık kurabilmek adına yalakalık dahi yapmış zavallılaşmıştır. Mendebur köpek
seni. Sınıf farkından rahatsızlığını dile getirir lakin uşağına köpek gibi
davranır, daha düşük derecedeki memurlara ise sırt döner. Aklı fikri üst
mertebede ve onların güya şaşalı hayatlarındadır. Ait olmadığı mahalleye
taşındığında artık küçük golyadkin de doğmuş ve yola çıkmıştır. Üst sınıfa ait
bir balo’dan kovulduğu gecede ise ikisi tanışırlar ve harika bir delilik süreci
başlar. Büyük golyadkin iyi birisi daha doğrusu mazlum, masum değildir kesinlikle. Küçük golyadkin onu
cezalandırmak için gelmiştir ve görevini yapmıştır. Herkesin ait olduğu
yerler vardır ve davul bile dengi dengine çalmaktadır. Aksi halde dengeler bozulur, kimyalar uyuşmaz.
Ne diyordu Tarkan: "Başkası olma, kendin ol. Böyle çok daha güzelsin." Romanı okuyalı baya
olmuştu bir gün denk geldi bu film, itiraf etmeliyim ki önyargıyla
yaklaşmıştım ama bu filmi bazı sebeplerden ötürü favorilerime almaya karar
verdim. Alıyorum, aldım hayırlı olsun. Belki bir gün bu orta sınıf yönetmen üç
tane daha favori film çıkarabilirse onu favori yönetmenlerimin arasına
ekleyebilirim. Dört film sınırım var lo.
Filmin bir kere
müzikleri harika. Finali tanıdık gelse de çok hoşuma gitti. Çekimleri
olsun, karakterler olsun, iklim atmosfer felan neyse işte hepsini beğendim. Önyargıyla
açtığım bir filmde sağ ok tuşunu bir kere bile kullanmadığımı fark edince bu
filmi favorilerime almalıyım demiştim. Bilgisayardaki en sevdiğim tuş açma
kapama tuşu. Onun sayesinde bilgisayarı açıyor ve dünyayı ayağıma getiriyorum,
haha muhteşem. En sevdiğim ikinci tuş ise sağ ok tuşu. Sikindirik filmleri
hemencecik bitirmeme ve beynimi yıpratmamama olanak sağlıyor bu tuş. Bir hayli
de zaman kazanıyorum. Bu filmde hiç kullanmadım. Filmimiz fight club kadar kült
ve popüler olamadı ve olamayacak ama yine de başarılı olduğunu söylemeliyiz. Chuch
palahniuk’un gogol’dan ya da dosto’dan esinlendiği bir gerçek. Richard ayoade’nin
de özellikle final bölümlerinde david fincher’dan etkilendiğini çok rahat söyleyebiliriz.
Dediğim gibi film
sıradan bir film değil. Belli ki senaryoda ve müzik konusunda ciddi çalışılmış,
gerilim sahneleri ile müzikler çok uyumlu. Japon müzikleri mi çin müzikleri mi
neyse onlar da bana eski çizgi film günlerimi hatırlattı, gerçekten çok iyiydi
onlar da. Kızımız da hanım hanımcık. Filmi tavsiye ederim. Bir sonraki yazıda bir
sıkıntı olmaz ise yine güzel bir filmle karşınızda olurum, küçüklerin
gözlerinden öper, büyüklerin ellerinden sıkarım, bye.
the double film eleştirisi...