“Pygmalion” filmini Anthony
Asquith ve Leslie Howard yönetmişler. Senaryo ise aşırı entelektüel ve başarılı
insan George Bernard Show’a ait. Kendisi İrlanda’nın ve dünyanın sayılı oyun
yazarlarından olan müthiş bir deha. 1914 yılında ilk defa canlandırılan “pygmalion”
tiyatro oyunu ile büyük beğeni toplayan bernard show, yıllar sonra bu güzel
konuyu sinemalaştırmış ve oskarı da almıştır. Başrollerde ise leslie howard ve
wendy hiller yer alıyor. Leslie howard’ı "gone with the wind”; wendy hiller’ı
ise “the elephant man” ve “a man for all seasons” ile tanıyoruz.
“Yaşlandığımız için oyun oynamayı bırakmayız, oyun oynamayı bıraktığımız
için yaşlanırız” cümlesini çokça duymuşuzdur. İşte bu manidar, tecrübe kokan
cümleyi vakti zamanında berbard show söylemiş. Kendisi hakkında çok fazla
bilgim olmamasına rağmen birkaç meşhur sözüyle kendisine hayranlığım artmıştı. Aklımda
en çok kalanı ise şu; vakti zamanında pygmalion oyununun galası için Winston
Churchill’e davetiye gönderir ve şu notu da ekler: “Davetiye iki
kişiliktir. Bir dostunuzu da getirin eğer varsa”. Çok gıcık olduğum tarihi
şahsiyetlerden Churchill ise ona aynı zekilikte şöyle der: “Galaya değil ama
ikinci oyuna gelirim tabii sahnelenirse”. Churchill her ne kadar dalga geçse de
oyun İngiltere’de ve dünya’da büyük yankı uyandırır ve binlerce kez oynanır.
Bu
meşhur konu ise antik yunan’a dayanmaktadır. Eğer bir konunun geçmişi bir
şekilde antik yunan’a dayanıyorsa nedeni nedir bilinmez ama başarı yüzde doksan
geliyor. Bunu marka isimlerinde de rahatlıkla görebiliyoruz. (nike, yunan mitolojisinde zafer tanrıçasının ismidir) Bir
heykeltıraş olan Kıbrıs prensi Pygmalion, ideal kadını temsil eden fildişinden
bir heykel yapar ve Galatea adını verir. Galatea o kadar güzeldir ki, Pygmalion
ona aşık olur, tanrıça Venüs’e ona hayat vermesi için yalvarır. Venüs onun
isteğini kabul ederek Galatea'yı canlandırır; Pygmalion ile insan olan heykeli
mutlu bir aşk yaşarlar. Bu orijinal hikayeden esinlenen bernard show da konuyu
oyununa uyarlar ve sonra bizim film gelir.
Yıllar
sonra filmin remake’i çekilir ve kadın başrolde audrey hepburn olduğundan mıdır
nedir bilinmez, film tam sekiz dalda oskar alır ve en önemli klasiklerden
sayılır. Bu remake filmin adı ise “my fair lady”dir. Ben de son filmin daha iyi
olduğu görüşündeyim ama ilk filmimizin 1938 yılında çekilmesi beni çok
etkilemişti. Ayrıca şu ana kadar izlediğim filmlerin hepsini göze aldığımızda
en saf, temiz ve akıcı İngiliz aksanlarından birini bu filmde gördüğümü
söyleyebilirim. Siz de benim gibi İngiliz aksanını seviyorsanız bu filmi
mutlaka bir deneyin.
Daha
pek çok benzer film örneği verebiliriz, en modern versiyonlarından biri de başarılı
bulduğum oyunculardan paul dano’nun başarılı bulduğum filmi “ruby sparks”tır. Bu
filmde kendi yazdığı romandaki hayali kahramana aşık olan yazarın hikayesi
anlatılır. Siz de bu konunun benzerlerine çokça rastlamışsınızdır. Yine mitolojiden örnekler verelim; vakti zamanında
ekho isimli çok güzel bir peri kızı varmış, bu kız kendisine talip olan hiçbir adayı
kabul etmezmiş. Bir gün bu ekho ormanda yürürken bir avcıyla karşılaşmış. Bu avcının
da adı narcissus imiş. Narcissus o kadar yakışıklıymış ki ekho onu görünce aşık
olmuş ama beklediği cevabı alamamış. Ekho bu durum karşısında kara sevdaya
tutulup içine kapanmış ve günden güne erimiş. Bütün vücudundan kalan kemikleri
kayalara sesi ise bu kayalarda eko’lara dönüşmüş. (eko=yankı’nın da nasıl
çıkmış olduğunu gördük, çoğu kelime gibi bu da antik yunana ait). Olimpos dağında
yaşayan tanrılar ise bu duruma çok sinirlenmişler ve narcissus’u cezalandırmaya
karar vermişler. Bir gün narcissus yine ormanda avlanırken su içmek için bir su
birikintisine yaklaşır ve su yüzeyinde kendi simasını görür. Gördüğü şeye yani
kendi yüzüne o kadar hayran kalır ki suyun başından ayrılmaz ve ölene kadar
kendine aşık bir şekilde suya bakar durur. İşte narsist’in çıkış yeri de
burasıdır. Yine yunan mitolojisine göre narcissus ölünce de kendi bedeninden
nergis çiçeği oluşmuştur.
Bu arada
filmden hiç bahsetmedik. Filmimizde aşırı
başarılı ve kültürlü bir dilbilimcinin ki kendisinin aristokraside de önemli
bir yeri vardır, fakir ve cahil bir çiçekçi kızına modern yaşamı öğretmesi, onu
sosyetenin içine sokması ve sonrasında ona aşık olması anlatılıyor. Daha
fazlasını söylemenin ve yorumlamanın mümkünü yok, kendiniz izlemelisiniz. Haftaya
bir sıkıntı olmaz ise yine güzel bir filmle karşınızda oluruz. Artistlik yapmayın,
kendinize de iyi bakın…
Pygmalion film eleştirisi